Harcamak… Kendinden verdikçe, tükenmek… Farklı bir denge var sanıyordum. Kendimden verdikçe bendeki kendimin azaldığı aklıma gelmiyordu.  Kimilerine verdikçe güzel köprüler inşa ettiğimizi düşünüp dururdum. Lâkin, meğerse en başından yenik bir haldeyken ısınacağını zannettiğin bir hikâyeyi şarkı yapıp her gün dinlermişim. Notalarını birlikte yazdık sandığım şarkı meğerse en başından beri bana ait bir besteymiş. İşte bu efendim Zannetmek… Zannediyor olmak ne masumca bir duygu. Ve ne çaresiz ne de umutsuz bir vaka.

Çoğu zaman kendimi içerideyken dışardan izliyor buluyorum. Ve izliyor olmak… Şimdi kendimi hep ötelerde berilerde en acıtanları, izlerken anımsıyorum. Bir nisan gününde, karanlık bir odanın güzel penceresinde neden bunları hissettiğimi düşündüğümü hatırlıyorum meselâ. Gerçi, pek çok farklı yerde, pek çok farklı pencereden bakıp gördüklerim karşısında bunu sorguladığımı da biliyorum. Dışarıdakilerin gülümsediğini gördüğüm o balkonda, az ışık giren koridorlarda gördüğümün boğazımda bıraktığı yumruyu hiç unutamıyorum hatta. Belki de ne yapsam da o yumrunun hala oralarda bir yerde varlığını bildiğimden unutamıyorum. Birilerinin gülümsüyor olması benim için sorun değildi hiçbir zaman. Bu duygulara bedenimi hapsedenlerle gülenlerin aynı olması zoruma gidiyor olmalıydı. Sanki benden çaldıklarıyla o anı yaşıyorlar gibi hissediyordum. Benden götürdükleriyle mutlular gibi geliyordu. Ya da o anları birlikte yaşarız sanmıştım. Evet, birlikte gülümseriz diye düşünürdüm hep. Benden çalmadan kendi köşelerinde gülseler olmaz mıydı? Oysa, hüznüm de sevincim de hep köşelerde bir yerlerde olmuştu benim. Gözyaşım da kahkaham da birinin canına dokunsun istemezdim.

Suçlanmak… Üstelik kendin tarafından… Bedenimi öylesine kimsesiz ve çaresiz bulduğumda, bu kadar kötü hissetmek için gerçekten kötü bir şeyler yapmış olduğuma inandırmıştım kendimi. Yanlış neyi yapmıştım da ruhumu sızlatacak kadar canım acıyordu? Hangi kötülüğün karşılığı olarak bunu hak etmiştim? Küçük ve sıkışık odada üstüme doğru gelen tavana bakıp bunu sordum. Aslında bazı insanlar sadece kötüydü. Ve bu soruların cevabı da bu kadar basitti. Sen sadece köşede bir yerlerde duruyor olsan da hak etmediğin pek çok şeyi görüp yaşardın. Burası dünyaydı. Her şeyin olması mümkündü. Dönüp dünyaya “Niye böyle dönüyorsun, canım çok acıyor.” diyemezdin. Hatta hayat seninle dalga geçer gibi yine güneş falan doğar ve içinde fırtınaların büyüklüğünü umursamadan yine gece falan da olurdu. Ve ben bunu o vakitlerde anladığımda, fark etmiş olmak ruhumun sızısını dindirmeye yetmemişti.

Yollarımız kıvrımlı. Her gerçek, doğru değil. Gerçeklerin bazen yanlışların en büyüğüne sebep oluyor. Doğrusu içtenlikle gittiğin o yollar bazen seni üşütüp hasta da eder. Ve sen o yolun seni üşüttüğünü anladığında da çiçekler ektiğin o yoldan geri dönmek ruhunun olmayan kemiklerini bile ağrıtır. Farkındalıklar yoluma yeni ışıklar yakacak ve bu sefer yolumdaki çiçeklerin her birini kendi yolumu güzelleştirmesi için dikeceğim.

 

Yaralarda bir gün kabuk bağlar elbet. Yok öyle değil, hiç kanamamıştı zaten. Kanamayan büyük yaralar da vardır. Ama bağlar yine de o yaralar kabuk. O büyük yaralar, bizi en güzel diyarlara götürmek için var olsunlar. Yaraları kanat yapıp uçma vakti… Ulaştırdığında bizi kendi diyarımıza, kabuk olup gider o yaralar da… Öyle umalım öyle olsun. Ummak ne güzel şey, ne sıcak duygu… İnsana umut ışıkları bırakıyor efendim.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments