Bir masa. Yedi kişiyiz. Yarısından çoğunu tanımıyorum. Beş yıllık arkadaşımın daveti olmasa gelecek değildim ama geldim. Üstelik arkadaşımın da beni sırf fotoğraf çekeyim diye çağırdığını bile bile geldim. Herkesin dönen sohbete az çok katıldığı bu ortamda ben sessizce, karşımda süslü bir sandalyede oturan eski ama samimi olmadığım bir arkadaşı inceliyorum. Beyaz saten bir elbise giyiyor. Gelinlik kadar beyaz. Başında “Bride” yazılı bir taç var ama oldukça pot duruyor.
Mekâna geldiğinde gerçekten bir sürpriz yapılmış gibi sevinip yarım dakika boyunca ağzı açık bir şekilde bekliyor. Bu bekleyiş fotoğraflarının net çıkması için miydi bilmiyorum ama pastasındaki mumun rengine kadar her şeyden haberi olduğuna eminim. Ben hariç diğer beşi limon sarısı elbise giymiş. Varlığım bu masaya tamamen aykırıyken bana nasıl katlandıklarına hayret etmemek elde değil. Ama gün sonunda her biri 7 fotoğraflı gönderi ve 1.3 saniyede geçilen İnstagram hikayelerine sahip olacak. Bu da beni onlar için fazlasıyla katlanılır kılıyor.
Masada çok fazla sarı var. Peçetelerden garip simli içeceğe kadar neredeyse her şey sarı. Böyle bir günden sonra sadece bekârlığa değil sarıya bile veda etmeli insan. Ama onlar bundan rahatsız değil. Her bir detay onlar için farklı bir İnstagram hikayesi demek. Benden bekledikleri de bu işi layıkıyla yerine getirmem.
Gelin adayımız güzel bir kız. Dişleri oldukça beyaz ve düzgün. Burnu yıllar öncesinden hatırladığım gibi değil. Parmakları uzun, ince ve pürüzsüz. Adeta yüzük takmak için yaratılmış. Bunu ben demiyorum, harfi harfine kendi betimlemesi böyle. Fotoğraf çekerken kalın parmaklarımı gördükten sonra bu konuya değinme ihtiyacı hissetmiş olmalı.
Durmadan kahkaha atıyor. Gülünecek bir şey olmadığı hâlde daha cümleler sonlanmadan ağzı bir yay gibi gerilip gülmeye hazırlanıyor. Ama söylenenlerin çoğunu gerçek anlamda dinlemiyor. Aylardır planlamasını yaptığı “bekârlığa veda” sını sonunda kutlayabilmenin heyecanı hâlâ üzerinde. Üstelik aklı ara sıra, evlenip çocuk sahibi olana kadar yapacağı ve hiçbirinin Türkçe adı olmayan partilere gidiyor. Şimdi mesela, “After Partisi” nde giyeceği elbiseyi düşünmekle meşgul. Aslında bunu bilinçli yapmıyor. Gönlü yakın arkadaşlarıyla planladığı bu kız kıza eğlenceye odaklanmak isterken zihni onu bambaşka yerlere götürüp duruyor. Muhtemelen yarım saat sonra yarısı yollarda geçecek olan balayı tatilini düşleyecek. Ama bunu sesli düşünmede bir sakınca görmediği için hayalini kurduğu tatilden bize de bahsedecek. En yakın arkadaşları dahi aslında onun balayı tatilinde çekeceği fotoğrafları paylaşmak için daha şimdiden delicesine sabırsızlandığını hiçbir zaman bilmeyecek.
Şimdi telefonunu eline alıp gelinlik, damatlık, ayakkabı, fotoğrafçılar, tül ve saten elbiseler, düğün ve kına salonları, mutfak ve banyo eşyaları, mobilya takımları ve kiralık dairelerin ekran görüntüleriyle dolu galerisine giriyor. Aklına bir anda gelmiş gibi “Aa durun ben size çeyizimi göstermedim.” diyip daha önce defalarca bakıp galerisindeki konumunu ezberlediği klasöre giriyor. Aradığı fotoğraflar gözünün önünde olmasına rağmen bulduğuna ikna olması dakikalar alıyor. Kutu ve kolilerle dolu bir odanın fotoğrafını açıyor sonra. Bütün kutular hediye paketlerine sarılıp tek tek kurdeleyle bağlanmış. Damat bohçası olarak içi eşya dolu bir sandık ve papyonlu kutular hazırlanmış. İki tanesinin hediye geldiğini belirterek aç gözlülüğünü gizlemeye çalışsa da üç çeşit süpürgesi olmasıyla övündüğü her hâlinden belli oluyor. “Ya ben sadece Dyson aldım aslında. Şu diğer ikisi hediye.” diye eklemeyi ihmal etmiyor. Son on yıl boyunca bir oda dolusu çeyizin ve evleneceği günün hayalini kuran o değilmiş gibi fotoğraf gösterisinden sonra yüzü birden ciddileşiyor ve şöyle diyor:
“Bir kadının esas çeyizi eğitimdir. Eğer bir üniversite mezunu değilsen hiçbir şeyin yok demektir.”
Sarı içeceğinden bir yudum alıyor. Hayalindeki o muazzam partide olduğunu yeniden hatırlayıp keyfini tazeliyor. Ayrıca parti masraflarına bulaşmadığı için de oldukça mutlu. Yine de bu, önündeki nice masraflı organizasyonların rüyalarına girmesini engelleyemeyecek. Buna rağmen sevgili nişanlısı ve kendisi için ödemesi yıllar sürecek bir borç silsilesini en doğal hakkı bilecek. Onun için altına girilmiş her borç kendisini değerli hissettirecek.
Bir yudum daha alıp bana dönüyor. Bu sıkıntılı konuları daha fazla düşünmemek için cevaplarını zerre kadar umursamadığı sorularını yöneltiyor. Masadaki varlığımın hatırlanmasından rahatsız olup beni adeta bir parazit olarak gören arkadaşları sorular gelin adayımızdan gelince cevaplarımı ilgisizce dinlemekten başka bir şey yapamıyorlar. Ben ise hayatımda ilk kez bir kahkahanın konuştuğuna şahit olarak o klişe sorulara kaçamak cevaplar arıyorum.
“Ee anlat bakalım Ayla. Ayla’ydı değil mi yanlış hatırlamıyorum?”
“Evet evet.”
“Var mı biri?”
“Nasıl biri?”
“Yani hayatında, evlenmeyi planladığın ya da öylesine görüştüğün herhangi biri?”
“Hayır, yok.”
Bir erkeğin varlığı büyük bir lütufmuş gibi bana acıyan gözlerle baktı.
“Bulursun canım. Vardır herkesin bir nasibi.”
“Bulmak için aramak gerek.”
“Ha sen bekârlık krallıktır diyosuuun. Anladım. Ben de Erman ile tanışmadan önce senin gibiydim. Ama doğru insana denk gelince her şey değişiyor. Evlilik için gün saymaya başlıyorsun.”
Arkadaşım benim ağzım yokmuş gibi araya girdi. Yine de bundan en ufak bir rahatsızlık duymadım.
“Ayla pek bizim gibi değil. Koca bulma gibi bir derdi olmadı hiç.”
“E canım biz de koca bulalım diye yanıp tutuşmadık. Sen tutuştun mu Nisa ya da sen Ece? Ben de tutuşmadım. Ama gönlüne göre biri çıktı mı karşına her şey kendiliğinden oluveriyor.” bunu gelin adayımızın hemen yanı başındaki uzun boylu esmer kız söylemişti. Doğrusu yarısı yabancılardan oluşan bir masada kişisel tercihlerim hakkında konuşulmasını hoş bulmuyordum ama yine de cevap verdim.
“Mesele o değil.” dedim. “Ayrıca evliliğe karşı değilim. “ diye de ekledim. “Sadece acele etmiyorum. Çünkü evlilik ciddi bir sorumluluk. Hele çocuk yetiştirmek… Bunlar belli bir ruhsal ve fiziksel hazırlık gerektiriyor. Kendimi hazır hissetmeyip o musmutlu gözüken evcilik oyununa bir kere bulaştım mı bir daha geriye dönemem. Bu bana ve kurduğum aileye yapacağım en büyük kötülük olur. Siz biriyle duygusal bağ kurmayı, anlaşabilmeyi evliliğin temel koşulu zannediyorsunuz.”
“Peki evliliğin temel koşulu bunlar değilse nedir?”
“Özgürlük. Evlendiğinde bir zindandaymış gibi hissetmemeli insan. Dünyanın bütün sorumluluğu onun omuzlarındaymış gibi hissetmemeli. Bunun için de dediğim gibi ruhsal ve fiziksel hazırlığını iyi yapıp evliliğin sorumluluklarını kaldırabileceğine emin olmalı. Öteki türlü evlilik; Dünya’nın güzelliklerini bırakıp Mars’ın çorak topraklarında oksijen tüpüyle yaşamak demek.”
“Senin zihniyetine sahip insanlar ömrünün sonuna kadar yalnız yaşayıp günü gelince yine tek başına gömülüyor.”
“Yalnız yaşayıp yalnız ölmemek için mi insan o huzurlu konfor alanına birini, birilerini dahil eder. Bu ne büyük saçmalık. Ayrıca bencillik.”
Konuşma yarım saat böyle uzayıp gitti. Ne ben kendimi onlara anlatabildim ne onlar tercihlerime saygı duymak için çaba sarf etti. Üstelik onlara tercihlerimin gerekçelerini açıklamak zorunda olmamama rağmen yanlış anlaşılmaları düzeltmek için bütün sorulara tek tek cevap verdim. Güzel gelin adayımız konuşmanın on dakikasından sonra yine kendi hayal dünyasına çekilip konuşulanların çoğunu dinlemedi.
Konuşmayı bir sonuca bağlamadan noktalandırdıktan sonra “bride to be” yazılı pankartın önünde gelin adayımızı ve birbirinden şık arkadaşlarını; mekânı, pasta kesimini ve konfeti eşliğindeki çılgınca danslarını çektim. Bu benim doğal görevimmiş gibi hiçbiri teşekkür etme zahmetinde bulunmadı. Gelin adayımızın etmek üzere olduğu yarım yamalak teşekküre de ben müsaade etmedim. “Fotoğrafları akşam atarım.” diyip varlığıma dair bütün izlerle birlikte mekândan ayrıldım.
Merhaba
Hem olay kurgusu hem de anlatım olarak son derece sıradan bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir farklı bakış açısı, felsefi tartışma v.b. de göremedim.
Daha fazla okuma yapmak faydalı olacaktır.
Biraz daha emek gerekli…