Yavaş adımlarla kanepeye tutunarak yürüdü. Kitaplığı arasındaki gizli odanın kapısının açtı. Kubbe şeklinde yükselen raflar ve rafın arasında ışıldayan kapılar göz kamaştırıyordu. Ortada duran büyük oval masanın üzerinde renkli kapılara ait ve onlarla aynı renge sahip anahtarlar dizilmişti. Her anahtar açtığı kapının yönündeydi. Yaşlı adam yere düşmüş bastonunu aldı. Masaya gitti. Bugün siyah kapıyı açmak istiyordu. Daha önce hiç açmamıştı. Her defasında yelteniyor ancak kapıya doğru adım attığında onu bir korku sarıyor ve geri çekiliyordu. Artık yaşlıydı hem ömrü hepsini açmaya yetmezdi belki. Bu korkuyu yenmeliydi. Aslında daha açmadığı birçok kapı vardı ancak bu kapı kafasında hep soru işaretleri oluşturuyordu. Siyah renkteki anahtarı aldı. Kapıya doğru ilerledi. Adım attıkça korkusu katlanıyordu ama pes etmeyecekti. Biraz daha soluk alıp devam ediyordu. Sonunda gelmişti. Önünde duran kitabı aldı ve kapıyı yavaşça açtı. Kapının açılmasıyla birlikte yüzüne kartopları atılmaya başlandı. Çok karanlıktı hiçbir şey seçilmiyordu. Sadece fırtına sesi ve gülüşen çocukların sesi geliyordu. İlerlemeye başladı. Yürüdüğü zemin çok kaygandı. Biraz daha ilerledi ancak olduğu yerde beklemeye karar verdi. Her an düşebilirdi. Tam bu sırada sokak lambaları yandı. Etrafa bakındı. Her yer kaplıydı ve yerdeki karı savuran bir fırtına vardı. Bir avuç çocuk kartopu oynuyordu. Kiminin üzerinde bir mont bile yoktu. Çoğunun elleri kıpkırmızı olmuştu ama buna aldırış etmiyorlardı. Oynamaya devam ediyorlardı.
Üşüyordu, üzerinde ince giysiler vardı. Neredeydi, hangi yıldaydı bilmiyordu. Sokak lambalarının bittiği yere kadar yürümeye karar verdi. Lambalara döndü:
-Gidelim bakalım, dedi.
Çocuklardan biri bunu duyunca koşarak yanına geldi.
-Amca nereye gidiyorsunuz? Buralarda yabancısınız galiba. Dilerseniz sizinle birlikte geleyim.
Yaşlı adam korkmaya başlamıştı. Belki de bu yer diğerlerinden çok daha farklıydı ve belki de bu çocuk ona yol gösterici olarak gönderilmişti. Onaylarcasına başını salladı. Böylece birlikte yürümeye başladılar. Daha önce birçok kapıyı açmıştı. Her biri farklı bir dünyaydı fakat hiçbirinde kitapların yazarları dışında hiç kimseyle konuşmamıştı. Çocuğu incelemeye başladı. Siyah deri, bağcıklı çizmelerine baktı. Başında siyah bir fötr vardı ve yine siyah bir kaban giymişti. Yüzü hiç masum görünmüyordu. Hınzır, yaramaz bir gülüşü vardı. Gözleri durmadan fıldır fıldır dönüyordu. Bir gözü siyahtı diğer gözü ise tamamıyla beyazdı. Göz bebeği de beyazdı ve bu beyazlık en az siyah gözbebeği kadar fark ediliyordu. Yaşlı adamın onu incelediğini anlayınca o da yaşlı adamı incelemeye başladı. O esnada aşağıdan bir ses geldi.
-Feyyaz, ne yapıyorsun sen burada? Hemen eve dön.
Çocuk aldırış etmeden yaşlı adamı incelemeye devam etti.
–Hiç söz dinlemiyorsun. Sana eve dönmeni söyledim. Fırtına giderek şiddetleniyor.
Aşağıdan gelen ses şimdi yanlarındaydı. Adamın bu sözü üzerine rüzgâr daha sert esmeye başladı. Çocuk yaşlı adamın kolunu sıkıca tutup:
-Amca ben sizinle gelmek istiyorum, dedi
Yaşlı adam sesin sahibine dönüp:
-Kimsiniz, bu sizin çocuğunuz mu?
Adam:
-Hayır, benim çocuğum yok. Ben hiç kimseyim. Sadece akşamları dışarı çıkar, ruhuma nüfuz eden bu güzel ambiyansı seyrederim. Gece hüzündür, nice sesiz çığlıklar gecede saklıdır. Gece yalnız kalpleri sahipler. Çoğu insan geceye sarılarak uyur ve çoğu sır onda saklıdır. Ben bu sokakta her yürüdüğümde o sırları işitmeye çalışırım. Ancak gece sonsuz sadık bir dosttur. O yüzden hiçbirini duyamıyorum. Hani rüzgâr uçurur ya kâğıtları; yakalamaya çalışır ama yakalayamazsın, işte onun gibi. Hissedersin bünyesinde çok şey biriktirdiğini; tahmin edersin ama çoktan savrulmuş, kaybolmuştur karanlıkta. İşte benimki de o mesele…
Belki de gece mutluluktur. Nice sevinçten uyutmayan haberler saklıdır. Ya da güzel sohbetler kahkahalar…
Kimi için hüzün durağı kimi için mutluluk durağı. Yinede hepsinin ortak bir durağı var o da huzurdur azizim. İnsanların çoğu dış görünüşüm nedeniyle gecede saklandığımı düşünür oysa ben geceye vurgunum…
Yaşlı adam onun kim olduğunu anlamıştı. Onunla saatlerce konuşup vakit geçirmek istiyordu fakat kar, fırtına ve soğuk bu isteği bastıracak kadar fazlaydı. Elindeki kitabı adama uzattı.
-Lütfen kapağı açın. Buradan biran önce çıkmam lazım. Yorgun ve çökmüş bedenim bu soğuğa, ayaza dayanamaz.
Adam kitabı aldığı anda tüm sokak lambaları söndü. Hiçbir şey görünmüyordu sadece Feyyaz’ın beyaz gözleri görünüyordu. Yine kartoplarına tutulmuştu. Bu sefer Feyyaz’a da atıyorlardı. Yaşlı adam Feyyaz’ın elinden tutup nereye gittiğini bilmeden koşmaya başladı. Sanki her taraftan onu tutan engelleyen insanlar vardı. Bir taraftan koşup öbür taraftan da geceyle mücadele etmeye çalışıyordu. Koştukça yolu daha da uzuyordu. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Ardından gelen onca kartoplarına rağmen daha fazla gidemedi. Artık devam edebilecek halde değildi. Feyyaz’ın sadece gözlerini görüyordu ama korktuğunu hissedilebiliyordu. Bir yerlere yaslanmak istedi. Ellini gezdirdi. Hemen yanında sert bir cisim olduğunu fark etti. Biraz daha dokununca geldiği kapı olduğunu anladı. Kapıyı açtı. Feyyaz ile birlikte içeri girdi. Hemen bir sandalye çekip oturdu. Bu yorucu günü sadece acı bir kahve kurtarabilirdi. Biraz dinlendikten sonra doğruldu. Ayağa kalktı. Kapının tam kapanıp kapanmadığından emin olmak için arkasına döndü. Onu kendiyle birlikte getirdiğini fark etmemişti. Eli ayağı titreyen yaşlı adam, Feyyaz’ın yanına gitti. Böyle bir durumun olması mümkün değildi. Daha önce gittiği yerlerde bazı eşyaları getirmek istemişti ama kapıdan çıktıktan sonra elindekiler yok oluyordu. Feyyaz ise hiçbir şey söylemeden çevreyi inceliyordu. Yaşlı adam panikle kapıyı açmaya çalıştı ama kapı çoktan kapanmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu.
Feyyaz’ın farklı bir görünüşü vardı. Onu insanların içine çıkaramazdı. Üstelik çevresindeki insanlar onun evli olmadığını ve akrabalarının olmadığını yalnız yaşadığını biliyordu. Onlara ne diyecekti? Feyyaz burada durabilecek miydi? Gerçek dünyada hava koşulları ona zarar verebilir miydi?
Kapanan hiçbir kapı bir daha açılmıyordu. Tekrar sandalyeye oturdu. Düşünmeye başladı. Beklide başka bir kapıyı kullanabilirdi. Oradan bir geçiş olabilirdi. Önündeki masaya bakındı. Gittiği kapılar tekrar açılmadığı için açmadığı bir kapıyı seçmeliydi. Hızlı hareket etmeliydi. Feyyaz her an bir şeyden kötü etkilenebilirdi. Anahtarlara baktı. Kırmızı anahtar dikkatini çekti. Ondan da en az siyah kadar korkuyordu. Anahtarı aldı. Feyyaz’ın elinden tutup kapıyı açmaya çalıştı. Kenarda duran kırmızı kitabı da aldı. Kapıyı açtı. Karşısında bir sürü asker duruyordu. Askerler onu görmüyordu. Sadece orada öylece dizilmiş bekliyorlardı. Hazır olda beklediklerine göre komutanları gelecekti. Yerde bir sürü yaralı asker vardı. Her taraftan kan akıyordu. Silah sesleri durmuyordu. Yaşlı adamın gözyaşları süzülmeye başlamıştı. Feyyaz da ağlıyordu. Yerde can çekişen ve bağıran askerlerin sesleri yankılanıyordu. Ancak çektikleri acı yüzlerindeki yaralarına rağmen kalkıp savaşma isteğini ve gururu silmiyordu. Yaşlı adam keşke burada kalıp bende savaşsaydım, diye düşünürken atlı bir arabanın yaklaştığını gördü. Bir kadın sürüyordu. Üstünde erzaklar vardı. Askerlerden biri hemen yanına geldi.
-Hoş geldin Rahime Ana. Neden bize haber etmedin? Birini sana yardıma gönderirdim. Sen bu yaşlı halinle niye yola koyuldun?
Kadın:
-Ben bir evladımı burada kaybettim oğul. Siz aç, susuz mücadele ederken; ben nasıl başımı yastığa rahat koyayım? Ah Murad’ım! Seni son bir kere göremedim diye üzülüyordum. Oysa burada hep seni, senleri görüyorum. Sizin de Murad’ımdan bir farkınız yok. Size kurban olsun Rahime Ana’nız.
Asker tebessüm ederek arabanın üstündekileri indirmeye başladı. Yaşlı adam yine gözyaşlarına hâkim olamadı. Asker yükleri indirdikten sonra Feyyaz yaşlı adamı çekiştirerek arabayı işaret etti. Elindeki kitabın aynısı arabanın üstündeydi. Yaşlı adam önce şaşkınlıkla kitaba baktı sonra Feyyaz’ı da alıp arabaya atladı. Birden kendilerini bir odada buldular. Odanın biraz kasveti vardı. Yaşlı adam pencereye baktı. Burası köşke benziyordu. Çok güzel bir bahçesi vardı. Pencerenin karşısında masa başında biri vardı. İri yarı biriydi. Bir şeyler yazıp duruyordu. Yaşlı adam Feyyaz’ın elinden tutup adama yaklaştı. Adam bir şeyler mırıldanıyordu.
-Medeniyet… Medeniyet. Ah evet! Dediğin…
Yaşlı adam kitabın sahibini bulduğunu anlamıştı. Kitabı ona verecek ve yine eve dönecekti. Bu raddeden sonra bir geçiş olamazdı. Mecbur Feyyaz’ı kendiyle götürecekti. Beklide gece şairi gibi onu gece dışarı çıkarabilirdi. Gündüz çok tehlikeli olurdu. İnsanlar geceyi tehlikeli bulur ancak gece artık onun için özgürlüktü. Masadaki adama yaklaştı. Adam arkasından gelen tıkırtıları duyunca yaşlı adama döndü. Bu an yaşlı adam için paha biçilmezdi. Bugüne kadar gördüğü, güzel bulduğu her şeyi, herkesi unutturmuştu…