Aramızdaki en kısa mesafe – birbirimizin yüzünde, buğulu gözlerle gidemediklerimizi arıyoruz: melodisi tanıdık o şarkının adını. Geçmişten bir iz, geçmişten ortak bir eksiklik diliyoruz, tanıdık bir azap. Kendimizi görür gibi olup tekrar kaybediyoruz yüzlerimizde ve bu bilinmezlik bizi tahrik ediyor. Bilinmezlik bizi yüceltiyor.
Anason kokuyor. Gündüzsefası kokuyor. Sonra tuzlu su kokuyor ve hemen ayaklarımıza bakıyoruz istemeden, ıslak kum arıyoruz. Ellerimizde plastik kova ve küreklerle ayaklarımızın kuruluğuna üzülüyoruz bir süre, sonra ayaklarımız bizi ele veriyor, korkularımızı, utançlarımızı ele veriyor, tekrar kaldırıyoruz kafamızı.
Sarı sıcak yüzlerimiz var, sarı sıcak alnımız, sarı sıcak yanaklarımız ve sokak lambasından bize doğru uzayan sarı sıcak kelimeler. Birkaçını yakalayıp içini oyuyoruz. Sonra yeni anlamlar, düşler dolduruyoruz içine. Eskisiyle hiç ilgisi olmayan yeni kelimeler üretiyoruz böylece. Yalnız bizim bildiğimiz. Dünya üzerinde yalnız iki kişinin konuşup anladığı bir dilden daha korunaklı sığınak yoktur çünkü. Az kalsın ayrıldığımızda dilsiz kalacağımızı yazacaktım. Buna hayıflanacaktım. Ama biliyoruz, ayrılırken sözlüğümüzdeki tüm kelimeleri sırayla öpüp tekrar atacağız denize ve böylece ifadenin suyunda, bizim de öptüğümüz kelimeler yüzüyor olacak.
Aramızdaki mesafelerin en kısası bize önce antik bir dilde üflüyor, doğuya bakan taraflarımız serinliyor. Sonra yüzünün rengi o kadar içten geliyor ki insan hayretini gizleyecek bir mucize diliyor. Hayretini gizleyecek başka bir hayret: şark kurnazlığı. Terim anlamdan arındır beni ve kendi anlamına batır, şu dağın arkasında olup bitenlere değin istiyorum. Kuşanacak, tutunacak bir anlam buyurmanı. Şimdi karşımdayken her ifade biraz dindar, her kımıltı biraz tutucu.
Sonra eğiliyor ve yerden, yere düşmüş bir anlam ile beraber kalkıyorsun, bana uzatıyorsun. Buğu dağılıyor, hacim dağılıyor, gidemediklerimiz dağılıyor ve kalmanın değeri, cesaret isteyenin parmak uçlarımızdaki sığ kesiklerle günleri saymak olduğu anlaşılıyor. Aramızdaki mesafelerin en kısası bize önce bir üşüme veriyor, önce yutkunmalar ve dil sürçmeleri sonra battaniye ve müzik.