Gözünü açtığında çoktan sabah olmuştu. Saatine baktığı gibi yataktan fırladı. Hızlıca en uygun kıyafeti bulup giymeye çalıştı. Kendisini neredeyse her sabah bu telaşenin içerisinde debelenmek zorunda bıraktığı için hayıflandı. Eline aldığı her bir giyside metal bir düğme ya da arma gibi detaylar bulup dolaba tekrar fırlatıyordu. “Hayır, bu da olmaz tel var içinde. Şuraya bir bakalım geçen sefer ne giymiştim acaba? Defalarca gittiğim halde halen bir cezaevi giysi takımı ayarlayamadım. Dolabın sol köşesine bunun için bir takım kıyafet koymalıyım” diye düşündü. Ardından dakikaların hızla geçtiğini görüp telaşla saçını toplayıp dosyalarının içinde olduğu çantayı kaptığı gibi evden dışarı attı kendisini. Servis saatini kaçırmamalıydı başka türlü şehrin diğer ucundaki cezaevine gitmenin bir yolu yoktu. Servise bindiğinde hemen tek kişilik bir koltuk aradı gözleri, zira kimseyle yan yana oturup zorla sohbete dahil edilmeye niyeti yoktu. Arka sıralarda sağ cam kenarında tekli bir koltuk bulup otururken çantasından da kulaklığını çıkarıp hemen bir müzik açtı ve ajandasından koğuşu tekrar teyit etti; L2 C4…
Yine görüş saatine denk gelmişti. İnsanlar servislerden inip akın akın giriş kapısına doğru ilerliyorlardı. Adımlarını hızlandırdı niyeti kalabalığı yarıp avukat giriş kapısından acele bir şekilde girip gardiyanlara avukat olduğunu vurgulayarak önden girebilmekti. Önünde bir kadın elinden tuttuğu küçük çocuğuyla birlikte yürürken çocuk bir anda hevesle annesine dönüp “ Anne, babam da bizimle eve gelecek değil mi?” diye sordu. Anne cevap vermedi. Hızlıca aralarından geçip gitmeye çalıştığı bu insanları tanıyordu. Her zaman böyleydi burası daha kapıdan girer girmez olumsuz bir hava bazen cezaevlerinin içinden bazen ziyaretçilerin içinden kabarıp büyüyor ve kampüsün dört bir yanını kaplıyordu. Bir an önce müvekkiliyle görüşüp en kısa sürede buradan ayrılmak için can atıyordu. Nihayet avukat görüşme odasındaydı artık. Duvarlara isyankâr sözler yazılmıştı: “hep mi bizi bulur”, “ben zaten yaşamadım ki”, “kader değil bu”, “az kaldı ölüme”, “bir daha da gelmeyin”, “günah değil suç hiç değil yaptığım” …
Gardiyanlar tutukluyu getirdiler ve kapıyı kapattılar.
“Hoş geldin abla, nasılsın?”
“Hoş bulduk Nedim sen nasılsın? Nasıl gidiyor burada işler?”
“Kötüyüm abla ya geçen kavgaya tutuştuk koğuştaki bir pislikle, sonra beni hücreye aldılar da neyse şimdi yine döndüm koğuşa”
“ Bunu defalarca konuştuk en azından burada rahat dur. Olay çıkarma. Ben seni hali hazırdaki dosyalarından kurtarmaya çalışırken başımıza yeni bir suç çıkarma.”
“Ne yapayım abla kendi kaşındı” oflaya puflaya sağına soluna bakındı sonra “ duruşmada ne yapacağız peki gelecek mi tanıklar abla konuştun mu?”
“ Tanıklardan bir tanesine ulaştık o gelecek ancak diğerinden henüz haber yok. Mahkeme çağrı kâğıdı yollamıştı. Gelmezlerse zorla getirilirler merak etme.”
“ Gelsinler de anlatsınlar doğruları. Ben yapmadım hepsi biliyor o adi Sedat yapıp kaçtı benim üzerime kaldı.”
“ Sedat önünde sonunda yakalanacaktır. Sen başından beri yaptığımız savunmayı tekrar edip mahkeme nezdinde iyi bir izlenim oluştur yeter. Sakın tanıklar konuşurken müdahale etmeye kalkma. Bir şey söylenecekse ben söylerim.”
“Tamam abla, ben burada olmasam o Sedat denen herifi bulurum. Zaten mahalleye de haber gönderdim. Bizim çocuklar da arıyor. Bakalım belki getirirler yarın.”
Sizin şu cezaevinden her yere haber göndermeleriniz yok mu diye düşündü. Ben dışarıda özgürken şu haberleşme ağına sahip değilim. Bundan sonra icra müdürlüklerinden tebligat göndermek yerine tutuklulara söyleyip borçluya ödeme emrini hemen bildirmelerini istemek ne de güzel olurdu. Neyse tefeci mi olacağız bu saatten sonra diyerek çantasını ve dosyasını alıp içeride bulunan zile basarak gardiyanın gelip bir an önce üzerlerine kilitli olan kapıyı açmasını bekledi.
Çarpıcı ve merak uyandırıcı bu tasviriniz için sizi kutlarım. Tadı damakta kaldı!