Siyah fötr şapkalı adam, elindeki kitabı masanın üzerine bıraktı; piposundan bir nefeslik tütün çekti, ayak ayaküstüne atarak tam karşısında duran ‘Mavi Etekli Muhteşem Kadın’ tablosuna derin derin bakışlarını resmetti. Sonra, hemen sağında oturan kahverengisi soluk deri paltosuna gömülmüş yazara döndü, şöyle dedi:
‘Bu kitaptaki her öykü öyle çok değerli ki, her birini tekrar tekrar okuyunca farklı anlamlar yüklemeden edemiyor insan… Gerçekten sizi içtenlikle tebrik ederim. Şu devirde böyle öyküler yazan insanlar kaldı mı acaba diye düşünmeden edemiyordum. Sizi, bana Allah göndermiş. Bilirsiniz ki artık gördüğümüz rüyalar dahi dijital anlamlar taşıyor. Dijital kitaplar okuyor, dijital değerlendiriyoruz her şeyi. Oysa siz ilkel duruşunuzla güncel yaşamın yıkıntıları arasında parlıyorsunuz adeta…’
Siyah fötr şapkalı adamın eli yeniden masaya uzandı, kitabı aldı. Rastgele bir sayfayı çevirdi. Okumaya başladı. Okuduğu sayfa, ölümden yalnızca ölümden bahsediyordu. Bu sayfada ölüm o denli betimlenmişti ki, ölümün soğukluğunu ayak parmak uçlarında hissetti. Sayfanın son paragrafında, iş çıkışı evine doğru yürürken, samuray kılıcıyla daha önce hiç tanımadığı bir sosyopat tarafından öldürülen genç bir kızın hikâyesi anlatılmaktaydı. Kanı donmuştu siyah fötr şapkalı adamın, böyle bir şey nasıl olabilir diye düşündü, böyle bir şeyi insan hangi duygu durumuyla betimleyebilir? Bir sosyopatın hikâyesini ancak başka bir sosyopat yazabilir, diye düşünerek bir sonuca varmak istedi kendince. Kitabı usulca kapattı; gözlüklerinin altından yazara hiddetli hiddetli baktı. Bir hışımla ayağa kalktı. ‘Ne istedin ulan gencecik kızdan? Böyle bir şeyi yazmaya nasıl gönlün el verdi,’ diyerek bağırmaya başladı yazara. Kitabı sert bir şekilde yazarın yüzüne çarparak, yerine oturdu tekrar. Ağlıyordu, öyle kötü ağlıyordu ki, sarsıntıları duvarları titretiyordu.
Yazar, söz konusu öykünün sayfasını tekrar açarak, siyah fötr şapkalı adamın kaldığı yerden sesli bir şekilde okumaya devam etti. Siyah fötr şapkalı adamın ağlaması durmuş ancak hıçkırığı başlamıştı. Bir bardak su içebilmek için eli sürahiye uzandı.
‘Acı ölüm gerçekleştiğinde semada ne kadar melek varsa, kutsal bir emrin sonucu olarak yeryüzüne indi. Genç kızın yere dökülen her bir kandamlası bir melek tarafından arşa çıkarıldı. Her kandamlası arşın sınırında büyüklüğü dünyadaki bütün dağların büyüklüğüne eş değer bir yıldıza dönüştü. Gecenin kör karanlığında parlayan yıldızlar kadere ve kazaya ayna oldular. İnsanlığın hüsranda olduğunu resmeden bu parlak yıldızlar, sonsuza dek huzura kavuşan acı bir bakışın temsilcisi olmuştu artık.’
Yazar da ağlıyordu şimdi. Derin iç çekişlerin arasında belirli belirsiz sözler mırıldandığı duyuluyordu.
‘Ben kalemimin ilhamını gerçeklerden ve bizatihi geçmişten alırım. İşte bu yüzden sonsuza dek sürecek bir acının kahkahası duyulur satırlarımda. Sizi üzdüğüm için üzgünüm efendim. Sizi umutsuzluğa sürüklediğim için çok üzgünüm. Ne yazık ki bu kitapta yazılan her şey olmaya ve yaşanmaya muktedir anekdotlardan oluşmaktadır. Bir kısmı çoktan yaşanmıştır hatta.’
Siyah fötr şapkalı adam, bir nebze kendine gelmiş olacak ki, yazara ‘Bu kadar büyük acıları aciz bir kalemin ucunda sonsuza kadar taşıyacak olmak, sizin içinde çok ağır değil midir? Üzgünüm çok üzgünüm ama ben sizin yazmış olduklarınıza değil de bizzat kendinize acırım.’
‘Önemli değil,’ dedi yazar: ‘Ben alışkınım; insanların bana mendebur suratlı demesine dahi öyle alıştım ki, ilk defa tanıştığım insanlara kendimi bu şekilde tanıtmaktan asla geri durmam. Dediğim gibi, ben kalemimin ilhamını bizzat yaşamın gerçeğinden alırım. Bu yüzden insanları güldüremediğim, eğlendiremediğim bilakis acı gerçeklerini yüzlerine çarptığım için nefret edildim hep, içi nefret dolu sıfatlarla bağdaştırıldım.’
Siyah fötr şapkalı adam ‘Öyleyse kitabınızda yazılmış olan her satır belki yıllarınızı aldı,’ dedi kitabı tekrar eline alarak. Özellikle şu sayfada olan: Koca bir sayfada tek bir cümle yazılıydı. Öyle bir cümleydi ki bu baştan sona dönüp dönüp defalarca okumuş, her okuduğunda farklı bir gerçekle yüzleşmişti sanki. ‘Çok garip, çok garip,’ dedi siyah fötr şapkalı adam. ‘Bana bunu nasıl yaşatabiliyorsunuz? Beni tek bir cümle ile nasıl yıkabiliyor da koca bir enkaza dönüştürebiliyorsunuz?’
‘Hayır, öyküyü yazmak benim sadece on saniyemi aldı. Öykülerde yazılanı yaşama deneyimi ise ömür boyu sürdü,’ dedi yazar kitaba keskin bir bakış atarak.
Siyah fötr şapkalı adam kitabın son sayfasına geldiğinde, yazar ayağa kalkmış gitmek üzereydi. Vedasını etmeden önce, ‘Bu kitapta yazılan her şey ya yaşanmıştır ya da yaşanacak olmanın doğum sancılarını içinde barındırmaktadır,’ dedi umutsuz bir yüz ifadesiyle.
Son olarak, ‘Kitaba göre bir günüm var,’ diyerek ardında rüzgârını bırakıp kapıdan hızlı adımlarla çıktı. Siyah fötr şapkalı adam, onun bu dediğine anlam veremedi. Kitabın son sayfasına gömdü, bakışlarını. Bakışları dondu. Saatlerce hiç kıpırdamadan öylece oturdu yerinde.
Son sayfada tek paragraflık bir intihar notu yazmaktaydı. Notun bitimine yarının tarihinin atılmış olduğunu fark etti.