Ölesi bir şehri andırıyorum
Böylesi bir ölümü, ılık ılık
Altın çağ, doğumun, günün ve ölümün çağı
Seyri zevkli, yaşayışı nasırlı, uykusu kesik
Rutubetli bir düğümün çağı
Sevmeseydim eğer bu çağda güneşi
Sevmeseydim yani ufukta batarken “mora”
Doğarken kızıla “çalan” bu “akdeniz”i gözlerinde
Gülüşündeki sütün kaidesini
Veya gözlerindeki nemde ölümü yavaş
Beklerken ıslak ağzında bir anıt çeşmesi
Müzlerle bezeli uzunca bir Nymphaeum
Bir heroon, troya önünde asil bir savaş
İçerken gündüzleri, semayı; içerken
Gözlerindeki nemfden ölümü yavaş
Eriyorum, doluyor riton kadehlere bileklerim
Dionysos elliyor gözlerimi,
Göz aklarından varmak için dağa, güvere,
Olimpos’a ve Hira’ya
Akıyorum yesevi dergahlarında meylenerek
Sakilerin parmaklarında seni görüyorum
Medrese duvarlarında sen
Şadırvanların mermerlerinde
Mescidin çinisinde, mürşidin gözlerinde
Dudaklarında rabıtanın sen
Bu değilse delilik, kalyonları deviren fırtına bu değilse
Andrea Doria’yı, rüzgârı deviren denizin, ufkun uzandığı bu derinlik gözlerin değilse
İskenderi öldüren hasret değilse bu
Bukefalos’u diriltemeyen değilse bu Mısır’da firavun, bu yarı tanrı
Ya nedir masivaya sıkışıp kalan bu ölümden gayrı
Bu yaşamaktan gayrı nedir
Sina oğlunun bile saramadığı
Bu yara nedir?
Benim için gözlerin,
Benim için dudakların
Benim için güneşindir,
Daldıkça gözlerimin yandığı
Ve baktıkça göreceğimi sandığım
Kahrolası bir yanılgı