Batan bir denizaltının, yüzme bilmeyen kaptanının utangaç çaresizliği. Aslında yüzme bilmekle bilmemenin aynı anlama geldiği, ölümde fırsat eşitliğinin sağlandığı ender anlardan birisi. Havanın artık ödünç alınan zamanların geldiği anlarda, gelecekle avutamadığı canı insan, keşkelerle acıtır. Ressamın son tablosuyla, şairin son şiiriyle, yazarın son romanıyla ve aşığın son belki de ilk aşkıyla sözsüz elveda zamanıdır.
İçinden gelmediği için dışına haykıramayan insan, zamanı gelip mutlak sondan payına düşeni aldığında, umarım bahçesine son çiçeğini dikebilmiş olur. Yarım bir ruhun gözü hep arkadadır çünkü. Aslında hayatta kabul edilen vazgeçilmişlikler, öldüğünde garip bir pişmanlığa dönüşür. Bu hayatın öldükten sonra verdiği bir derstir, kimsenin geçemediği. Bir futbol karşılaşmasından farklı olarak müsabakaya çıkmadan değil, çıktıktan sonra alınan hükmen mağlubiyettir. Gelecek belirsizliği… Anlam kaygısı gütmeden yaşayanların içinden bir çırpıda çıkacağı ama hayatı gözünün önünde akıp giden ve ne yazık ki bir şey yapamayan insanların tekrar tekrar boğulacağı okyanus. Bir girdaba çekilirken vazgeçmenin verdiği sonsuz rahatlık ve kabullenmenin verdiği sancı. Yaşanması gereken hayatın epey uzağında yaşanılan ve öyle ki boy vermeye kalksa insan ancak rezilliğin bir diz boyuna gelebildiği dünya sahnesi. Ve sessizlik… Ve bir çift göz… Ve sessizlik…