Aysel, yeni sabaha mahmurca uyandı. Yanı başında yatan küçük kardeşinin üstünü battaniye ile örtü. Yatağından doğrulup yüzüne yıkamaya gitti. Çabucak hazırlandı. Mutfakta kendisine kahvaltı hazırlayan annesinin, “Hayırlı sabahlar evladım!” demesiyle mahmurluğu üzerinden attı. Kahvaltı sofrasına oturdu. Sofra, kıt kanaat bir sofra olmasına rağmen yine de halinden şikayet etmedi Aysel. Takıldığı tek bir nokta vardı. Girit göçmeni ve emekli subay eşi babaannesinin evinde böylesine bir kıtlığa rastlamıyordu. Örneğin onlar ekmek alabilmek için sıraya girip karnelerini veriyorlardı. Babaannesi ise böyle bir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın her türlü yiyeceği istediği gibi alabiliyordu. Çoğu zaman torununa, bu aldıklarının bazılarını eve götürmesi için de veriyordu. Herhalde çok zengin olduğundan diye düşünüp ardını aramadı Aysel.
Kahvaltısını bitirdikten sonra hızla okul kıyafetlerini giydi. Evlerinin kapısından çıktı. Evin kapısının açıldığını gören Muhacir, Aysel’in üzerine atladı. Aysel, annesine seslendi. “Anne, Muhacir’e yemek verdin mi?” diye seslendi. İçeriden ses gelmeyince Aysel, bu işi kendi yapmaya karar verdi. Mutfak masasının üstünde duran ekmekten bir parça kopardı. Bir kaseye birazcık süt koyup içine bu ekmekten ufak ufak doğradı. “İşte yemeğin hazır!” dedi Muhacir’e.
Muhacir iştahla yemeğini yerken Aysel, bahçe kapısından çıkıp yürümeye başladı. Sokağın sonuna geldiğinde onu bekleyen Rozi ve Rebeka ile selamlaştı. 3 arkadaş birlikte yürümeye başladılar. Bir süre konuşmadan yürüdüler. Bu sessizliği Rebeka bozdu.
-“Okuldan sonra Madam Ceni’nin pastanesinden pamuk şeker alalım mı? “ dedi.
,”Olur. “ dedi Rozi.
Aysel ceplerini yokladı. Pamuk şekeri çok sevmesine rağmen buna pek razı olmamış gibi yaptı: “Ben artık pamuk şeker sevmiyorum bir kerem. “
“ Pamuk şeker sevilmez mi Atko? “ diye yanıt verdi Rebeka
. Rozi de onu onaylayacak şekilde kafasını salladı. Aysel ne diyeceğini düşünürken aklına parlak bir fikir geldi. “ Ninem dedi ki, pamuk şeker yiyenler Almanlar gibi oluyormuş. Böyle pespembe domuz gibi yanakları sarkıyormuş.” Rebeka ve Rozi için Alman kelimesi korku ile eşdeğerdi. Nice soydaşları Hitler zulmünden inlemişti. Anneleri ve babalarının tedirgin konuşmalarından Almanların kendi gibi olanlara kötülük yaptıklarını duymuşlardı. Aysel içinse yalan söylemenin en etkili yolu buydu. Parası olmadığını söylemekten utanıyordu. Onların kendisine pamuk şeker ısmarlamasını ise hazmedemiyordu. Hem o hazmetse bile annesi bunu duysa canına okurdu. Açgözlülüğün affı pek yoktu annesinde. Bu yüzden aklına böyle bir yalan gelmişti. Onlar vazgeçerse kendileri de yiyemeyeceklerdi. Zaten Rozi’nin şişmanlıktan pembeleşmiş yanakları vardı. Yemesindi. Böyle çok yemek yiyenlerin zafiyetten çatlayacağını söylemişti annesi. Rebeka’nın da Rozi’den pek farkı yoktu. “Yemesinler bana ne! “ dedi. “Bu Yahudiler de amma yemeyi seviyor ha.” diye söylenip durdu içinden. “Akılları fikirleri yemekte, içmekte. Hem Rozi’nin pabuçlarına bak. Pabuçlarının pisliğine bakmadan bir de şeker yiyeceğim diyor. Bak sen şuna.” diye devam etti.
Okula gidesiye kadar bir daha konuşmadılar. Sınıftan içeri girdiklerinde sıralarına oturup öğretmenlerini beklemeye başladılar.
İlk ders, Türkçe idi. Aysel’in en çok anladığı, Rozi ve Rebeka’nın bir türlü anlayamadıklarını dersti. Öğretmenleri bu dersten ödev verdiği vakit, Rozi ve Rebeka için de dayanılmaz bir ızdırap başlardı. Başlarlardı Aysel’e yalvarmaya. Bir keresinde Rozi, elindeki “Horoz şekerini göstererek benim ödevimi yaparsan sana bunu veririm.” demişti. Aysel için çok cazip teklif olmasına rağmen kabul edememişti. Annesi duysa kim bilir ne derdi? Az çok tahmin edebiliyordu. Başlardı Fransızca Muallimesi Fikriye Hanım nutuk atmaya. “Evladım, biz sana almıyor muyuz bir şey? Ayıp değil mi arkadaşlarına bu şekilde yardım ediyorsun. Aynı zamanda kaç senelik komşumuz onlar bizim. Bir duysa Madam Raşel … Mahcup olmaz mıyım onlara karşı?” Bunu mu göze almak mı, yoo hayır alamazdı. O yüzden kibarca reddetmişti. Onun yerine, “Ben size yardım edebilirim isterseniz.” diye cevap vermişti Aysel. Rebeka ve Rozi için de fena fikir sayılmazdı. Belki beraber çalışırlarsa anlayabilirlerdi. Okul çıkışında Rozilere gitmişlerdi. Kapıyı Rozi’nin tıknaz annesi Madam Raşel açmıştı. “Hoşgeldiniz, çocuklar. Buyrun buyrun.” diyerek onları içeri buyur etmişti. Ders çalışmaya başlayalı bir hayli zaman olduktan sonra Madam Raşel, rengarenk lokumlardan oluşan bir tabak getirmişti onlara. Aysel’in çok hoşuna gitmişti. Yine de bunu dışarıya pek vuramamıştı. Annesinin böyle yaparsa kendisine “görgüsüz” denilebileceği sözü gelmişti. Makul ölçüde, “Teşekkür ederim, dün akşam evde yemiştim.” deyip el sürmemişti lokumlara. Ders çalışmaları uzun saatler sürse de Rozi ve Rebeka yine anlamamıştı. Aysel neredeyse fenalık geçirecekti. Aklına, babaannesinin “Bu Yahudilerin kafası sadece para kazanmaya çalışır.” sözü gelmişti. Haklıydı babaannesi. Anlamıyorlardı işte.” Sahi bu kadar saat çalışıp da niye anlamıyorsunuz hala!” diye kızmıştı onlara. Rozi ve Rebeka oralı olmamıştı. Aysel de onlara kızıp apar topar eve gitmişti.
İşte yine onların anlamadıkları bu dersin muallimesi Adalet Hanım, kürsüsünden onları suale çekiyordu. Şans mıdır bilinmez ama Rebeka ve Rozi’ye sıra hiç gelmedi. Aysel de kendisine sıra geldiğinde her suale cevap verebilmişti. Okul bittikten sonra eşyalarını toplayıp yürümeye başladılar. Okul sokağından sağa sapıp ana caddeye çıktılar. Cadde boyunca kıpkırmızı elma kasaları, kokusuyla cezbeden Gümüldür mandalinaları, çarşıdan alınıp da eve gelindiğinde bin tane olan ekşi narların ve daha nice meyvelerin olduğu manavlar, üçünün de nefsini müdafaa ettiremiyordu. Az ileride Madam Cerni’nin pastanesi vardı. Daha yaklaşmadan mis gibi damla sakızlı kurabiye kokuları gelmeye başlamıştı. Pastanenin önünde durup içeri baktılar. Rengarenk şekerlemeler, birbirinden lezzetli pastalar, çıtır çıtır ve kurabiyeler ve ille de pamuk şekerleri… Yine de istemedi Rozi ve Rebeka. Keyiflerini bozup, Aysel’e sabahtan beri söyleyemedikleri önemli bir şey vardı. Daha fazla dayanamadılar. Birbirlerine bakıp söylemeye karar verdiler. Rozi, “Aysel sana bir şey söyleyeceğiz, ama bize küsme olur mu?” diye başladı söze.
-Aysel, “Tamam küsmem. Ne söyleyeceksin ki?”
“Hani biz, şimdi sizden farklıyız ya!” dedi.
Aysel hiç durmadan cevap verdi : “Neremiz farklı. Senin de 2 gözün benim de 2 gözüm var. Al aynı bacak, kol, kafa, saç, burun…”
-“Yok öyle değil” dedi Rebeka. “Annem dedi ki biz Müslüman değilmişiz. Siz Müslümansınız ya ondan burası sizinmiş.”
-“Hiç de bile sizin de eviniz burada!” dedi Aysel.
“İşte bizim gibi Yahudilerin yaşadığı bir yer varmış. Biz oraya gidecekmişiz artık.” dedi Rozi.
“Neredeymiş ki orası? Babaannemlerin evinin orası kadar uzak mı?” diye sordu Aysel.
“ Çok, çooook uzakmış.” dedi Rebeka.
“Yani artık beraber okula yürüyüp oynayamayacak mıyız?” dedi Aysel.
İkisi de üzgün bir ifadeyle kafasını salladı. Ardından “Hem oraya Almanlar gelemezmiş. Annem öyle söyledi.” dedi Rozi.
“Almanlar hiç gelemez ki ne. Biz birlik olup sapanlarımızla onlara taş atarız. Sizi buradan da götüremezler ki ne. Hem ben size yalan söyledim. Pamuk şekeri yiyenler Alman olmuyor ki ne. Korkmanıza gerek yok ki ne” dedi.
Rebeka ve Rozi, Aysel’e inanmamış gibi baktılar.
Bir süre sonra Aysel kızdı onlara. “Gidin, gidin bakalım!” diyerek koşturdu .
Rozi ve Rebeka arkasından bakakaldılar.
Aysel ise en yakın iki arkadaşını bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsüyle ağladı yol boyu. Eve geldiğinde annesine,” Anne biz Yahudileri sevmiyor muyuz?” diye sordu.
Annesi ise “O nereden çıktı evladım. Olur mu öyle şey? Kaç senelik komşularımız onlar bizim. Hem onları da Allah yaratır. Sadece farklı yerlerde ibadet ederiz biz. Onlar bizim insanlarımız. Niye sevmeyelim onları?” yanıtladı annesi.
“Biz onları sevsek de onlar bizi sevmiyor galiba. Baksana Rozi ve Rebekalar sadece Yahudilerin yaşadığı uzak yerlere gidecekmiş. “
“Onlar da seni seviyordur evladım. Bu onların kararıdır. Allah yollarını açık etsin, ne diyelim.”
Aysel başka bir şey sormak istemedi. Aysel içinden hem kızıp hem üzüldü. Ardından kanepede uyuyan küçük kardeşinin üstünü örtüp bahçeye çıktı. Bahçeye çıkar çıkmaz yanına gelen Muhacir’e sımsıkı sarıldı. “En iyi arkadaşım sensin benim. Hem sen Yahudi de değilsin, beni bırakıp gitmezsin ki ne. “ dedi