Çocuğumun toprağıyla oynadığı bahçelerden geçtim. Domates kopardım olgunlaşmış dallarından. Çıplak ayakla dolaştım fidelerin araların da. Annem o sırada dert yanıyordu “kelebekler salatalıklarını yemiş” diye. Babamın çiftliğinden geçtim. Taptaze inek sütünden içtim. Yeni doğan danaları izledim. Akşam harman da olan dinliği dinledim.

Sonra bir sabah baktım ki ter içindeyim. Koştum, bıraktım kendimi Ege’nin mavi sularına. Kulaç üstüne kulaç, bir dalıp bir çıkmalarla coştum durdum denizin içinde. Hani derine dalınca gözlerini açıyorsun da yapayalnız kalıyorsun ya sonsuz mavi de, işte o yalnızlıkta kaldım denizi dinledim. İçimden keşke balık olsaydım da nefesim yetseydi diye geçirdim. Denizin berraklığına dayanamayıp bir yudumcuk içiverdim suyundan, gocunmadan. O kadar seviyorum ki vedalaşamıyorum. Halbuki bütün yaz çıkmamışımtım içinden. Bu defa son, bu  defa son diye diye bir dalıp bir çıkıyorum. Bacağımda ki yaraları deşen küçük balıklara rağmen kalıyorum bir süre daha. Yanımda getirdiğim bir torbaya dolduruyorum parlak taşlarını. Renk renk; yeşilimsi, mavimsi, morumsu, cam gibi taşlarını alıyorum. Hatıra olsun istedim bu denizden bana kalan. Denizin içinden de geçip gidiyorum böylece.

Gece geç saatlere kadar süren balkon sohbetlerimizin içinden geçiyorum. “bu karpuz, dün kinden daha da güzelmiş” diye süren içi boş ama huzur dolu sohbetler ediyoruz. Metropolde olsak bizi rahatsız edecek fakat burda etmeyen kahkahalarla okey taşı sesleri geliyor uzaktan. Yakamozlu gecelerde susuyoruz, hep birlikte sadece izliyoruz.

Akşam sahil de yürüyüş yapan yaşlıların, dondurma kemiren kızların, onları uzaktan gözleyen ergen erkeklerin, sahilde oturmuş birasını yudumlayan orta yaş insanların ve onların hemen yanıbaşında ateş yakıp gitar çalan gençlerin aralarından geçiyorum. Bir uçtan bir uca yankılanıyor barlardan yükselen sesler, eğlenen insanların çığlıkları. İçim coşuyor yine mutlu oluyorum.

Komşumuz Günay teyzenin bahçesinden geçiyorum. Bana elinde ki yeni topladığı acurlardan uzatıyor. Salıncağa kurulup yıkanmadan yemeğe başlıyorum. Güneşin ufukta kayboluşunu izleyerek yine mest oluyorum. Sürekli bir mutluluktur almış başımı burada. Saat dokuz da kararıyor hava, çocuklar hala dışarıda parklarda oynuyorlar. Yine mest oluyorum.

Begonviller, deniz kokusu, akşam güneşi, güneş kremi kokusu, dondurma yiyen çocukların ağzının kenarından akan krema, tekne turundan yeni dönmüş insanların yüzünde ki tatlı yorgunluk, yeni aşklar, taze aşklar, sabah beşte öten horozun sesi… hepsinin içinden geçerek bitiriyorum yazı. Yaz ki ne yaz. Koca bir dünya sığdırmışım içime üç ayda. İçinden geçerek yürüdüğüm mutluluklar hırka oluyor üzerime. Kışın üşümemek için giyiyorum. Beni ısıtsın tüm bu sıcaklıklar bir daha ki yaza kadar. Malum kış soğuk çetrefilli geçer. Hoşça kal yaz, yine gel!

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: