Kimsenin kabul etmek istemediği gerçeği haykırmak istiyordu bugün. Bu yağmurlu nisan sabahı…

Kimsenin aslında farklı ve özel olmadığını haykırmak… Kimsenin  BEN diye başlayan ve içerisine gizlice serpiştirdiği kendini övme tomurcuklarını benim zamanımı çalarak sulamaya çalışmasına tahammülüm olmadığını…

Dünya denen koca hapishanede, aslında kuralları çokta karmaşık olmayan bir oyunun içine kapanmış olmak herkesin Ben’e odaklanışını haklı kılmalı mı?

Oyunu çözüp acıdan kurtulmaya çalışmanın tek yolu özveri ve duyarlılık mı? Acaba oyunun yazarı insan denen o korkunç karakterin içerisine bencillik, ego ve inanç denen özellikleri yerleştirdiğinden mi oyun karmaşık hale geliyor?

___

Hayata ya da onun deyişiyle ‘Oyuna’ nispeten şanslı bulunan karakter grubunda yer alarak başladı Bulut. Beyaz bir insan olarak dünyaya gönderildi. Orta düzeyin üzerinde  mali durumu olan, sağlıklı ve şefkatli bir ailenin arasında gözlerini açtı dünyaya. Hiç fena değildi başladığı yer. Yıllar geçtikçe sorgulamaya başladı. Ben kelimesine odaklanıyordu her sorgulamasında istemsizce.

‘Ben’ diye başlayan ve kendini tatminden başka hiçbir amaca hizmet etmeyen her cümlenin, bu dünyada benliklerini bir kenara bırakıp acılar içinde kıvranan her insanın kaderinde bir parça suçu var diye düşündü.

Ben diye başlayan ve kendini tatminden başka bir amaca hizmet etmeyen her cümlenin zehir olduğunu düşünüp, Ben demeden konuşmaya çalıştı yıllarca. Birinci tekil şahısı hiç kullanmadan ve hiç kendinden bahsetmeden geçirdi yıllarını. Herkes onu garip buldu, tıpkı onun herkesi garip bulduğu gibi.

___

Yağmurlu bir nisan sabahı gözlerini ben neredeyim diye düşünerek açtı ve hiç kullanmadığı ben kelimesini bu kez limitsizce kullanarak şunları yazdı not defterine:

Ben dedikçe iç dünyalarımıza gömüldük, ben dedikçe kendimizi daha çok dinledik, kendimizi dinledikçe hak verdik, hak verdikçe kinlendik, ben dedikçe içimizdeki ahlaksız köpeğin esiri haline geldik, övgü bekledik, güzellik peşinde koşup beğenilmek istedik, “Ben”e yapılan azıcık saygısızlığa tahammül edemez ve “Ben” uğruna onlarcasına düşman kesilir olduk. Yaptığımız çoğu şeyi Ben’i tatmin için yapmaya başladık. Sosyal medyada Ben’i paylaşıp durduk. Hiç kimse bir saniye durup düşünmediki Ben denen köpek, beslendikçe midesi büyüyen, asla tatmin olmayan bir mahlukattı. Ben’i tatmin edebilmek için Ben denen köpeğin hizmetçisi olduk. Ben’i doyurmak için hırslandık, gözümüzü dış dünyaya kapadık, panik atakların pençesine düştük, geceleri uykusuz kaldık.

Bu oyunun dandik karakterlerinden biriyim bende elbette. Benim içimde de var bu ahlaksız köpek ‘Ben’. Yıllar içinde bu köpeğin yazıyla ehlileştirilebildiğini gördüm. Ne zaman yazmaya başlasam, bu köpek tüm ahlaksızlığı, bencilliği ve pisliğiyle dökülürdü  lekesiz beyaz sayfalara.

Ben’den kurtulabildiğim gün sadece bir ‘Ben’ yüzünden acı çeken bir çok insanın acısından kurtaracağını biliyorum.

Devletlerin ‘Ben’leri daha acımasız. Devletlerin ‘Ben’leri, şeytanın çocukları olan binlerce başka acımasız Ben’e hayat verir. Milliyetçilik denen zehir, ırkçılığa, dindarlık denen zehir ise cinsiyetçik denen diğer bir acı kaynağına hayat vererek ve hepsinin beraberce oluğturduğu pislik nehride en sonunda şiddet ve kan denen denizde buluşarak birikmeye ve büyümeye devam eder. Ve herkes o kan denizinde yüzerde kimse eline, yüzüne bulaşan kan deryasının farkına varmaz.

Oyundan çıkış yoktu belki ama kendinden bencillik anlamında vazgeçen her karakter, oyunun ağırlığından ve zorluğundan kurtulacaktı…

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: