Onu öldürmek istiyordum. Bunu yapmama engel olacak hiçbir şey yoktu. Bana yıllarca yaşattığı bunalımları düşündükçe daha da emin oluyordum. Onun ölümü kesinlikle benim ellerimden olmalıydı. Başka türlüsü düşünülemezdi. Hayatıma girdiği ilk günlerde gerçek yüzünü göstermek için biraz beklemişti. Oysa ilk günden bugüne gözle görülen değişimi ona katlanmamı imkânsız hale getiriyordu.
Şimdi karşımda oturuyordu. Bana yine her zamanki alaycı ve kırıcı yüz ifadesiyle bakıyordu. O bana bakarken ben ise onu öldürmek için hangi yolu tercih edeceğimi tasarlıyordum. Gözümün önünden birçok öldürme şekli geçti. Onlarca olasılık bir anda zihnime hücum etti. Onu, şöminenin yanında hasır bir sepet içinde duran odun parçası ile öldürebilirdim. Ayağa kalktığı sırada ansızın omuriliğine indirdiğim bir darbe ile başarabilirdim bunu. Aldığı darbe ile yere yığılırdı ve beyin sarsıntısı geçirirdi. Bir diğer seçeneğim hasır sepetin yanında duran odun kestiğim baltaydı. Balta oldukça küçüktü ve şömineye uygun olarak odunları bölmeme yarıyordu. Kendisi ufak da olsa işlevi büyüktü. Baltayı onun herhangi bir uzvuna saplayabilirdim. Sonrasında müdahale etmeyeceğim için o da kan kaybından ölürdü. Ya da mutfağa kadar gidip bir bıçak alabilirdim. Bıçağı o hiç fark etmeden arkasından saplardım. Kanlar içinde yığılırdı yere. Daha birçok senaryo tasarladım. Bütün senaryoların sonunda tek bir sonuca ulaşıyordum: O ölüyordu.
Bir an kendimde bunu yapacak gücü bulamadım. Ben gerçekten böylesine kötü bir insan mıydım? Herkesin mutlu olmasını arzulayan ben, bir insanın ölümüne mi neden olacaktım. Kendimle savaşmaya başladım. Düşüncelere daldığımı anlamıştı. Ne düşündüğümü sordu. Onu geçiştirdim. İş yerinde olan bir olaya kafamın takıldığını söyledim. Yine boş bir şeye takılmış olduğumu söyledi. Oysa ne olduğunu bile sormamıştı. Böylesine düşüncesiz bir insandı. Bana değer vermeyen biri ile yaşamak zorunda değildim. Beni adeta kendi içine hapsetmiş biriydi. Ondan kurtulamıyordum. Ondan kurtulmamın tek yolu, onu bu hayattan yok etmekti.
Bir insanı öldürmek fikri gözlerimi yaşartıyordu. Gözlerim dolu dolu düşünüyordum. O her zamanki akşam rutinini yaşamaya başlamıştı. Dizisini açmış izliyordu. Dünyadan tüm bağını koparmıştı. Benim farkımda bile değildi –her akşam olduğu gibi- . Gözümü kararttım. Artık bunu başarmak zorundaydım. Böyle devam etmek bana zarar veriyordu. Sakince oturduğum koltuktan kalktım. Zihnimde otururken düşündüğüm her şey bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Başıma ağrı girdi. Vücudum ürperdi. Ellerim bir anda buz gibi olmuştu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Ama bir kez geri oturursam oturduğum yerden asla kalkamayacağımı biliyordum. Düşünmemeye ve yalnızca yapmaya karar verdim. O beni sevmiyor yalnızca ona olan sevgimi seviyordu. Ona canımdan bir parça gibi davranıyordum. Oysa o tüm kayıtsızlığı ile yaşamaya devam ediyordu. Artık benim yaşamımdan çalamayacaktı. Hızla şömineye doğru yöneldim. Yanında duran hasır sepetin içinden bir tane odun parçası aldım ve arkama sakladım. O, o kadar dizisine dalmıştı ki ayağa kalktığımı bile fark etmemişti. Sakince yerime oturdum. Dizinin reklam vermesine beş dakika vardı. Dakikalar geçmek bilmiyordu adeta. Gözlerim yaşla dolmuştu. Önümü buğulu görüyordum. Reklam girdiği anda tuvalete gidecekti. İşte şimdi reklam girmişti. O, ayağa kalktı. Vakit kaybetmemem gerekiyordu. Ayağa kalktığı ve henüz dengesini bile sağlayamadığı bir anda darbeyi indirdim. Odunu tam omuriliğine doğru vurdum, ansızın yere yığıldı. Kafasını darbenin şiddeti ile yere vurdu. Kafasından kanlar boşalıyordu. Ben ise hüngür hüngür ağlıyordum. Sonunda onun esaretinden kurtulmuştum. Artık özgürdüm. Kendi benliğime ve kendi değerime yeniden sahip olabilirdim. Ağladım. Ağladım. Kaç saat orada öylece kaldım bilmiyordum. Nabzına baktığımda artık durmuştu. Hayatımın en güzel senelerini çalan o, artık bu dünyada değildi.
- Kahve yapacak mısın? Dediğinde irkildim. Tüylerim ürperdi. Tam da onu zihnimde öldürmüş ve beynimin en derin köşelerine gömmüştüm. Sakince yerimden kalktım ve ikimize kahve yapmak için mutfağa yöneldim.