Her hafta sonu olduğu gibi, şehirden kaçışlarım tutmuş, yazlığımın kışlığına kaçmıştım ilkbaharda. Sabah kahvaltıdan sonra temiz hava alayım diye ormanda dolaşırken gördüğüm, içinde psilosibin olan bir fungusun tadına baktım. Olmak üzere idi sanırım, tadı hafif ekşimsi olsa da memnundum. Beş dakika geçti geçmedi, orman perisi olduğunu söyleyen Lady Macbeth yanıma geldi, gülümsedi bana. Daha “ne oluyor, ne istiyorsun benden” demeye kalmadan, eskiden bu ormanda yaşayan bir kertenkelenin hikayesini anlatmaya başladı. İlk sözden sonuna kadar sürüklendiğim bu hikayeden çok etkilendim, ben de dedim anlatayım burada.
Kızılcık şerbeti koymuşlar bunun adını, bir kertenkele ne kadar sevimli olabilirse o kadar sevimli bu bizimki. İlk doğduğu andan itibaren konuşmaya başlamış. Tabi diğerleri şaşırmış, nasıl olur daha yeni doğdu bu, nasıl konuşur diyenler bir yana, kertenkele ailesi telaşlı, ne yapacağını bilmez halde ve komşu kabileler huzursuz olmuş tabi. Kertenkelelerin en bilgesine gitmeye karar vermişler. Yaşlı bilge ağaç kovuğunda sürünürken, ahaliden ve aileden söz konusu endişeleri dinlemiş suskunca. Arada kaşlarını kaldırıp, gözlüğünün üzerinden bakmış bu telaşlı, konuşkan gruba. Nedense bir süre sonra ağır ağır gittiği, eşsiz devasa kütüphanesinden kalın ciltli koca bir tozlu kitap çıkarıp, tozlu sayfalardan birisini açıp, başlamış yüksek sesle okumaya. “ Ormanların ormanında, vakti zamanında, bir kral aslan yaşardı. Kral, takvimin olmadığı zamanda, bir kuyunun üzerinden atladı. Derin olan kuyu aslanı içine aldı. Aslan aşağıya battı, kuyuda hapis kaldı. Kafasını yukarı kaldırdığında, gökyüzü ile insan mesafesinde iki mesafe daha altta gördü kendini. Çıkmak bir yana, hareket edecek yer kalmadı aslana. Denedi, çabaladı, bir karış çıkamadı yukarı. Haykırdı, bağırdı, sesini duyan olmadı. Kaç gün geçti bilinmez yağmur başladı kuyuya. Aslan suya kavuştu canlandı ölüme yaklaştıkça. Yağmurdan kaçarken alçaktan uçmak zorunda kalan keskin gözlü kuşlar nihayet onu gördüler uzaktan, şaşırdılar duruma. Yardım etmek isteseler de başaramazlardı, yasaktı yaklaşmak krala. Uzaktan yemek namına ne buldularsa onu atarak beslenmesini sağladılar sadece ve öyle hizmet ettiler bu eşsiz varlığa. “Yaklaşın, yardım edin bana!” dediyse de kral, orman kanunu neyse oydu, herkes bilirdi, kimse yaklaşamazdı ona. Umut karışmıştı umutsuzluğa, hayat can verdi ölüme, aslan karmaşık duygularla sarıldı yağmura. Tufan lazım bana dedi usulca. Doldukça kuyu suyla, çıkıyordu yukarıya. Sonra yağmur durdu, güneş açtı ufukta. Hava ısındıkça sular buhar oldu aslanın çıkma umuduna. Vazgeçmek üzereyken bizim kral, pes demek üzereyken hayata, ilk orman perisi uça geldi, adı Alexandra. Yemyeşil kanadıyla dedi kapılma umutsuzluğa. Aslan dedi kuyuda olan sen değilsin ama, masal okuma hem bana, sarıl aslan ayaklarıma. Orman perisi güldü kimse çıkaramaz seni bu kuyudan unutma senden başka. Aslan dedi yolu bilsem çıkacağım da, orman perisi neşeli dedi beklemen gerek sabırla. Bir zaman gelecek, bir kertenkele doğacak tam doğuda, o başlayacak ilk günden konuşmaya, coşkun seller akacak dünyaya, gemi yapacak bir iyi adam, herkes doluşacak ona, tufan, sular seller akacak ormana, suya doyacak ateş, cehennem sönecek, yanmayacak bir daha, o zaman olacak bir çıkış sana. Dedi aslan buna kaç ömür gerek, kaç yürek! Kral da olsan dönmeyince devran, kalmıyor dizlerde derman. Dedi peri bu işler bana göre değil, herkes yaşar ne varsa yazgıda. Uçtu gitti peri, kaldı aslan bir başına. Dedi beklemek gerek anladım da, kalır mı sabır, ara verdik yaşama. Doğa değişti, kabuk kalktı kırlarda, yeni bir orman perisi uçtu geldi adı Cassandra. Dedi doğmadı doğacak olan, ilk günden konuşan, dedi aslan ne olur ki doğsa yoruldum dargınım artık doğaya. Güldü peri neşeli, dedi sitemini kendine sakla, hata ile doğan yaşar mı huzurla. Dedi aslan hikmeti nedir yaşamanın, güldü peri yemyeşil sıcağıyla, dedi bana sorulacak var sorulmayacak, sorsan da verirler yanıt kendi hatalarıyla. Aslan dedi yeter bitsin madem bu çile, dedi orman perisi bitecek bir ömür daha bekle. Beyaz oldu her yer, soğudu dünya, ak düştü aslanın saçlarına. Uçtu geldi orman perisi Yuhanna, dedi doğdu müjdemi isterim o dünyaya. Baktı aslan alıştığı yuvaya, kim istiyor ki artık çıkmak yukarıya” Kapattı bilge kertenkele tozlu sayfaları burada, hikaye bitti dedi, durdu baktı kalabalığa. Kalabalık birbirine sordular ne anlamak gerek diye? Konuşmaz pek bu bizim bilge, gülümsedi git varın sorun bir ozan olan kargaya. Korktu bizimkiler, dedi ki bizi yollama düşmana, bilge dedi iyidir sormaktansa bir insana. Koştular bunlar, korka saklana kargaya. Karga dinledi kalabalığı kabaca ilk başta. Duyunca ilk günden konuşan kertenkeleyi, korktu sanki kendini gördü aynada. Dedi ki varın gidin yolunuza, uzak tutun onu yeter bu sınırdan. Dediler korkarız zaten yanaşmaya buralara, dedi ki korkusuz karga, bitti gitti düşmanlık selam olsun beklenen doğuma. Sevindi ahali işe yarayana, koştular coşkuyla bahar geldi sanki kışın ortasında ormana. Sordular ne olacak şimdiden sonra ve ne oldu o kuyudaki aslana? Bilge çıktı geldi sevindi duyduklarına. Verdi o beklenen cevabı en derin vurguyla. “ Doğduysa doğması vaat olunmuş olan, söz yerine getirildi, tamam oldu eksik olan. Orman perileri ne dediyse artık beklemek gerek, gelecektir diğer sıradaki vaat olan. Kuyuda da yaşasa aslandır yine kral olan. Kayboldu, çaldı deseler de uğursuzlar tacı, yine o dur ki; dersin Taçsız Kral!” (Bir mantar zehirlenmesi yaşamış sanırım, serum verince iyileşti bu hikayeyi anlatan)