“Tüm kalbimle inanıyorum ki ,ofsayt gerekçesi ile iptal edilen o gol şimdi cennette. Cennette ofsayt kuralı yoktur kardeşlerim. Bu sebepdendir ki hangi dine mensup olursak olalalım,ya da inanmayalım, bugün burada onun için toplanmış bulunuyoruz. Aksini düşünen bir tek kardeşimizin bile burada olmadığını, bakışlarınızdan görmekteyim. Bu vaka, dünyadan başka bir gezegende yaşanır mı onu elbet bilemeyiz. Tanrı biliyor ya, bugün burada sadece onun için toplanmış da değiliz . Her nerede ofsayt gerekçesi ile gol sayılmayan ne kadar ofsayt kararı var ise, onlar için de buradayız. Evrenin uzak köşelerinin birinde nefes alan bir topluluk varsa, biliyoruz ki orada da bir ofsayt kararı illaki vardır. Bilinmeyen ofsaytlar için de buradayız şüphesiz. Bilinmeyen bir ofsaydı yok saymak insanlığın kabul edebileceği bir şey değildir, olmamalıdır. Hissettiğimiz şey umutsuzluk değil, hissettiğimiz şey hüzün değil. Tüm ard niyetli duygularımızdan sıyrılmışlar olarak onu yok sayan sistemin karşısında dimdik duran bir sevginin canlı anıtları olarak onur duyuyoruz . Bir anlık sevince ve karşı tarafta da derin bir anlık hüzüne sebep olan o sayılmayan aziz ofsayttan başka bir şeyden bahsediyor değiliz .O şimdi hepimizin anılarında. Bizler yaşadığımız sürece o ve onun gibi ofsaytlar hep var olacak. Gol olup takımlarımızın tabelalarına yazılmayan boynu bükük ofsayt kararlarına kucak dolusu sevgilerimizi gönderiyoruz. Onun şahsında tüm ofsaytları unutmayacağız, unutturmayacağız. Sevgili kardeşlerim; bizlere düşen kutsal görevimizi elbette ve gayet iyi biliyorsunuz. Ancak yine de bu görevimizi hatırlatacak olmamı bir zayıflık emaresi olarak görmeyiniz. Yeni nesile bunu anlatacağız .Bugün, burada, bir miladın etrafında toplanmış küçük bir azınlık olarak, damarlarımızda dolaşan ofsayt sevgisini hücrelerimizin derinliklerinde yaşatacağız. Bu öyle bir kenetlenmişliğin ve de öyle bir yürekliliğin miladıdır ki , karşısında durabilecek bir güç tanımıyoruz. Bizler bu iradeyi , bu kadirşinaslığı, bugün burada, yağmur altında, şemsiyesiz olarak, fani bedenlerimizi ıslatan her bir yağmur tanesinin şahitliğinde tarih sahnesine altın harfler ile yazmış oluyoruz . Yaşasın o ofsayt ve bundan sonrakileri” sözleri ile konuşmasını tamamlayan taraftarlar derneği başkanı kürsüden inerken alandaki topluluk onu çılgınca alkışlıyordu. Yeni bestelenen yaşasın ofsayt marşı ve temsili olarak canlandırılan ofsayt pozisyonu sonrası kalabalık dağılmaya başlamıştı.

 Alandakilerden biri olan Edgar, yanındaki tanımadığı bir kaç kişi ile tokalaştıktan sonra gidecek yeri olmayan bir evsiz olduğunu hatırlayıp amaçsızca yürümeye başladı. Tören öncesi dağıtılan kramponun ayağını sıktığını da tam bu sırada hissetmeye başladı. Uzun zamandır ilk kez yeni bir ayakkabıya sahipti Edgar. Bunun mutluluğu ile göğsünde adeta bir kelebek kanat çırpıyordu. Canını yakan ayakkabı sıkmasını dert etmesinin ne kadar büyük bir nankörlük olduğunu kabul edip kendine kızdı. Otomobillerine binip yanından geçen göstericilerden bazıları, aynı devrimin temsilcileri olarak ona korna çaldı . O da eldivenlerinin yırtık yerlerini saklarcasına kaldırdığı yumruğuyla -kendi uydurduğu zorunlu bir semboldü bu- onlara karşılık verdi. Ulusal gazetenin bir muhabiri onun bu selamını fotoğrafladı. Edgar, yitik ofsayt gollerinin ileride sembolü olacak bu fotoğrafı çok uzun zaman sonra eski bir gazete üzerinde uyandığında fark edecekti. Muhabir, çektiği bir çok fotograf ile gazeteye uğramadan evine gidecek, kendisini kapıda karşılayan karısıyla ateşli bir şekilde öpüşecek, ıslanmış paltosunu vestiyere astıktan sonra beşikte uyumakta olan kızını sevgiyle seyredecekti. Gece korkunç yıldırımlara teslim olmuştu. Sabaha dek sertçe dama vuran yağmur taneleri romantizminde muhabir, karısının nefis boynunu seyretti. Ertesi gün pazardı. Spor muhabiri, sabah saatlerinde günler sonra yüzünü göstersen güneş ile mutlu olup ailesiyle kahvaltı edecek, Freu gölünün kıyısında kuğuların birbirlerine yaptığı flört manzarasında nefis bir gün geçirecekti. Bir sonraki ertesi gün tekrar yağmur başlamıştı. Pazartesi sendromu gazeteciler için uzak bir duyguydu. Gazetede bir çok haber fotoğrafı arasından Edgar’ın pozu seçilecek, üçüncü sayfadan ülkenin en ücra yerlerine kadar ulaşacaktı.

 Edgar için ertesi günün hangi gün olduğu önemsizdi. Hüzünlü olduğu günleri severdi. Kafasını yorduğu meseleler sayesinde derin düşüncelere dalar, nerede uyuduğunu, yadırgamazdı. Böyle zamanlarda, bir bank yatağının ya da açık bulduğu ATM kulübesine sığındığında, gecenin bir saatinde bir ayyaşın para çekme sebebiyle onu uyandırma ihtimalini dert etmezdi. Edgar ,muhabirin küçük kızı Linda’yı sevgiyle seyrettiği dakikalarda tanrısına şükür ediyordu.Çünki üzerinde kaygılanması gereken iki önemli sorunu vardı. Birincisi ayağını her dakika daha sıkan kramponlarını çaldırmamak, bir diğeri de golle sonuçlanamayan o ofsaydın başına gelenleri düşünmek. Edgar ve onun gibiler için bankacılar da kaygılıydı. Prestijli bankalarının ATM lerini yurdu olarak gören evsizler ile mücadele etme konusunda boş oturmayan bir profesyonel topluluktu onlar . Genç ve idealist mühendislerden biri olan Grigory March, bir kaç hafta evvel bir proje ile genel müdürlüğünün kapısını çaldığında bunun terfisine neden olacağını aklından bile geçirmemişti. ATM kulübesi kapısını ancak banka müşterilerin sahip olduğu manyetik kartları ile açan bir sistemdi bu. O gece, ofsayt gol için bir araya gelen insanların arasında bulmuştu kendini Edgar. Sonra da varlıklı birinin adamlarının ayak numarasını sormadan elline tutuşturduğu krampon ile buna memnun olmuştu.

Yıllar önce ülkenin kuzeyinde yer alan bu liman kentini şehri olarak seçmişti. Edgar, şehrin karnavallarında, önemli birilerinin cenaze törenlerinde , hatta çiftçi ve işçilerin hükümeti protesto gösterilerinde ayrım yapmaksızın hep boy gösterir, bu uğurda yediği coplardan şikayet etmezdi. Evsiz olmasının bir önemi de yoktu ona göre. O bu şehre aitti. Fakat yeni ayakkabı edindiği o geceyi asla unutamazdı.

 Yağmur şiddetini artırmaya başlamıştı. Birbiri ardına vuran yıldırımlar ofsayt golün intikamını alırcasına şehri adeta bombalıyordu. Sığındığı apartman kuytuları da rüzgar ile iş birliği halindeki sağanağa mani olamıyor ağaç altları tehlikeli olabileceği için ona güvenli korunak sağlamıyordu. Son çare olarak ATM kulübeleri aklına gelmişti. Dayanılması mümkün olmayan soğuk gecelerden bildiği üzere sığınmak için daha iyi bir yer bilmiyordu?

Şehirde bir düzineye yakın kapalı ATM ile elliyi aşkın evsiz insan vardı . Edgar her nedense kendisi gibi olanları garipser, onlar ile aynı kaderi paylaşıyor gibi davranmazdı. Kendisine yaklaşıp arkadaş olmak isteyen benzerlerinden tiksinirdi. Böyle durumlarda kendisine dostça yaklaşan evsizin ağzını açmasını beklemeden eline bir kaç kuruş tutuşturur hemen oradan kaybolurdu. Evsiz tabaka fertlerinin geneli kendi halinde yaşayan insanlardı. Sokak köpekleri gibi her birinin ayrı bir bölgesi olurdu. Kimse kimsenin bölgesine ilişemezdi. Çöpler ile belediye binasının yanındaki şehirlilerin eski kıyafetlerini bıraktıkları bir konteyner giyim kuşam ihtiyaçlarını giderdikleri mekânlardı . Şehrin Hayırsever bir ileri geleni, her sabah çorba ikramıyla onların karınlarını doyurur böylelikle günahlarının bağışlanarak cennete gideceğini umardı. Doksan yaşını geride bırakan bu hayırsever adamın yaklaşan ölümü tüm evsizleri derinden kaygılandırıyordu. Edgar ise kendine has yöntemler ile hayatta kalıyordu. Hafta da bir gün şehrin kuzeyindeki alışveriş merkezine gider, tüm gün gezindiği sokaklarda bulduğu birkaç metal bozukluk ile mütevazi bir menüyle kendine ziyafet çektiğine kendini inandırırdı. O akşam, avm kapanana dek vitrinleri seçici, zevk sahibi müşteriler gibi seyreder, güzel kadınların kendisini yakışıklı bulduğunu hayal ederdi. Sonra da Red Devils takımının kendisine hediye ettiği yağmurluğun fermuarını boğazına kadar çekip kapüşonu altına gizlediği bakışlarını asfalta dikerek bir sonraki avm ziyaretinde karnını doyuracak o metal bozuklukları aramaya o günden başlardı. Hafta da bir gün tıka basa yiyerek peki hâlâ hayatta kalınabiliyor bunun için ceplerden düşen bozukluklar istisnasız birikebiliyordu. Gece ilerleyince ertesi günün ışıklarında bir zombi gibi görünmek istemediğinden bir bankta sızmış bir alkolik gibi uyurdu. Karısıyla kavga etmiş ya da patronuna sinirlenmiş bir memurun ruh haliyle kendini tabiata atan birinin bir başına kalmak isteyebileceği bir oyundu bu . Ama her gece tekrarlanan bir oyundu bu ve sıkılmaya da hakkı yoktu.

 Tepeden tırnağa ıslanmıştı. Kara bulutlar tepesinde durmadan dönüyor, daha koyu kara olan bulutlar sanki açık koyu bulutları bu girdapta yutuyordu. Bu hengâmedeki bulutlar arasındaki boşluktan tanrının kendisini seyrettiğini düşündü. Caddenin her iki tarafındaki evlerinde yanan ışıkların kutsal aydınlatmasında ATM’nin önünde durdu. Tam o esnada ıslak bir torba rüzgardan kaçarak bacaklarına sarıldı. Sevgiyle gülümsedi Edgar. “Peki sende benimlesin bu gece ” diyerek torbayı eline aldı. ATM kapısını kolunu kavrayıp yüklendi. Fakat kapı kilitliydi. Anlam veremedi buna. Kapüşonunu çıkardı ve bir adım geri çekildi. Kapı kolunun yanında bir ışık ona göz kırpıyordu. Bu gece burada olamazsın der gibi, onunla alay ediyor gibi bir göz kırpmaydı bu. Yağmurun dinme ihtimaline bakındı tekrar başını gökyüzüne dikerek. Fakat buna dair bir işaret görünmüyordu. Edgar, yeni arkadaşını yanına alarak açık ve yıldızlı gecelerde deliksiz uykular çektiği banklardan birine, yeni ayakkabılarının sokak lambası altındaki ışıltısından gurur duyarak , yağmura aldırmadan hareket etti. Birkaç adım yürüdükten sonra hayatın anlamını bulmuşçasına olduğu yerde durdu. Yırtık eldivenli yumruğunu havaya kaldırıp bağırdı.  “Ofsayta düştüm, yaşasın ofsaytlar”

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: