“Birçok şeyin gösterildiği ve göründüğü kadarıyla var olduğu, sergilendiği ve seyredildiği kadarıyla değer kazandığı bir toplum çıktı ortaya. Epeydir vitrinde yaşıyoruz hepimiz.”
Nurdan Gürbilek
Nur Koçak’ın üretimlerine odaklandığımızda, tüketim toplumunun aile ilişkileri, beden ve bedenle birlikte değerlendirilebilecek fetiş nesneler/nesne kadınlar, vitrinler gibi temalar üzerinden okunmaya olanak verdiğini görürüz. Sanatçının üretim yılları Türkiye’de sosyokültürel değişimin yaşandığı yıllara da tanıklık ettiğinden oldukça önemlidir. Bu üretimler kişisel bir anlatımdan çıkarak özellikle Türkiye’nin vitrinini– ki sanatçı vitrinlerin toplumun aynası olduğunu söyler- bizlere sunmaktadır. Tüketim toplumuna tanıklık eden ve kitle iletişim araçlarına meraklı olan Nur Koçak’ın vitrinleri, fetiş nesneleri bizi kadın temasına götürmekte, ayrıca işleri üzerinden feminist okuma yapmaya da olanak vermektedir. Bu hikayesi olan görkemli vitrini daha ayrıntılı okuyabilmek anlamında Nur Koçak’ın neler üzerinden işlerini yarattığını, hangi düşüncelerden yararlandığını ve bulunduğu ortamı bilmemiz gerekir.
Sanatçı 1968 yılındaki değişen dünya olaylarıyla birlikte feminizmin de Türkiye’ye geldiğini ancak o dönem Paris’ten geldiğinde, Türkiye’de sadece devrimci hareketlerin olduğunu söyler. Bu yıllarda toplumsal gerçekçi veya Nur Koçak’ın değimiyle sosyalist eleştirel gerçekçi bir ifadenin önem taşıdığı bir dönemde Nur Koçak’ın resimleri tıpkı vitrinlerdeki fetiş nesneleri görmeden geçen insanlar gibi pek çok sanatçı tarafından görülmemiştir. Bu düşünceye rağmen sanatçının topluma dönük bir sanat üretimi yapan sanatçılara karşı Batılı anlamda ele alınabilecek fotogerçekçilik akımında işlerini üretmesi -belki de bu yüzden de dışlanması- bir başkaldırı gibidir. Sanatçının parfümlerinden birini gören bir galericinin “keşke parfümün tam ortasına tezek oturtsan” demesi bile Türkiye’de gelişen ve kabul görülen/görülmesi gereken sanat anlayışını dile getirir niteliktedir. Toplumun sesi olmayı ve bunu özellikle Anadolu’da bulmayı hedefleyen sanatçılar ve Nur Koçak’ın Batılı ve feminizm üzerinden okunmaya olanak veren sanat anlayışı düşünüldüğünde sanatçının görülmemesi ne yazık ki doğal bir durum gibidir.
Kendisini kitle iletişim araçlarının çocuğu olarak gören sanatçının Pop Art’ın bir uzantısı olan foto gerçekçiliği bir eğilim olarak benimsemiş olması önemlidir. Türkiye’de uzun yıllar nereye konulacağı bilinemeyen fotoğraf, bazen resme hizmet eden, bazen de belgeleme aracı olarak kullanılmış ancak çağdaş sanatın önemli aktörlerinden biri olarak Türkiye’de 1970’lerden sonra karşımıza çıkmıştır. Nur Koçak’ın işlerinde ise fotoğraf bir belge ve yardımcı elemandan daha da öte bir konumda, işin kendisini oluşturan ve sanatçının kendi dünyasını oluşturmasını sağlayan bir malzemedir. Bunun yanında Nur Koçak, foto gerçekçilik akımının Türkiye’deki ilk temsilcilerinden biridir ve kuşkusuz bir kadın sanatçı olarak avangard bir eğilim sergilemesi ve bu eğilimi sürdürmesi önemlidir.
Kadının öyküsünü feminist bir okuma üzerinden okuyabileceğimiz beş serisinden ilki olan Mutluluk Resimleriniz (1981) serisi, bir tür posta sanatı olarak niteleyebileceğimiz kartpostallar üzerinde oynama ile oluşturulmuş bir seridir. Hürriyet Gazetesi’nin bir eki olarak çıkan Kelebek’in bir köşesi olan Mutluluk Resimleriniz köşesinin mutluluk fotoğraflarınızı gönderin söylemi dikkat çekicidir. Zira Nur Koçak’ın ilgisini çeken şey mutluluk fotoğrafları içerisinde ne kadının – kadın konularını temel alan bir ek olmasına rağmen- ne de çocuğun olmasıdır. 70’lerin sonu gelişen bu kartpostal düşüncesi kadının dışlandığı bir dönemi de işaret etmesi açısından bir belge niteliği taşır. Kartpostallarda kadın ve erkeğin yan yana görüldüğü, askerden dönmüş bir erkek ve onu bekleyen -sonunda kavuşan- kadın, kadına çiçek veren bir erkek gibi temaların olduğu gözlemlenmektedir. Fakat bu sanki hayal edilen ve fanteziye işaret eden bir dünya izlenimi vermektedir. Kalp içerisine alınmış mutluluk içerisindeki bu çiftler bir kurgudan öteye gidememiş ve temsil edilen ile eden arasındaki uyumsuzluğu görmemize olanak vermiştir. Bunun dışında erkek gruplarının da birlikte sıkça görüldüğü bu kartpostallarda kadının yine kabul edilmediği bir erkekler dünyası yaratılmak istenmiş gibidir. Ahu Antmen 80 darbesi sonunda elinde gül tutan bir erkek görmenin, erkeklerin bu kadar birlikte yer almasının bir tür eşcinsellik değilse de homososyal etkiden kaynaklanabileceğini ifade etmiştir.
Cahide’nin Öyküsü (1996-2006) serisi, bize kadının temsil eden konuma düştüğü bir durumu gösterir niteliktedir. Tomur Atagök Türkiye’nin geleneksel kültürün değer ve yargılarından kolaylıkla sıyrılamadığını , cinsiyetçi bir toplum olarak belirdiğini ve böyle bir toplumda insana verilen değer ve tanınan yasal haklar, özünde insancıl olsa da uygulamada cinsiyete bağımlı olduğunu ifade eder. Bu düşünce Cahide’nin Öyküsü serisinde belirgin bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Sinema sektöründe ikonlaşmış kadın oyunculardan ve ilk kadın yönetmenlerden biri olan Cahide Sonku, başarıları, güçlü kimliği yerine olaylı hayatı üzerinden konuşulmuştur. Sonku, bağımsız duruşu ve Hollywood yıldızlarını andıran sarı saçlarıyla kısa bir sürede Batılılaşma emelinin bir temsiline dönüşür. Başarısı güzel olduğu gençlik yılları ile ele alınmış, zirveden düştüğü zamanlar ise alkol, madde bağımlılığı ve erkekler ile ilişkileri, yaşlanması ile yavaş yavaş giden güzelliği üzerinden kurgulanmıştır. Cahide Önce ve Cahide Sonra serisi bir tür kontrast yaratır. Nur Koçak da ” Gittim arşivler karıştırdım, öncesiyle sonrasıyla yani o güzelliğinin doruğundaki haliyle, sonra da o düşkün haliyle, onların o kontrastını yakalamaktı amacım…” diyerek bu durumu dile getirir. Nur Koçak’ın sinema sektöründeki gözlemlerine dayalı olmakla birlikte Cahide Sonku’yu ataerkil sistem içerisindeki yeri bağlamında kullanması şaşırılacak bir şey değildir. Cahide’nin Öyküsü, Nur Koçak’ın işlerinde seyirlik ve tüketilen nesne bağlamında okunabilir bir nesne olarak karşımıza çıkmaktadır. Andy Warhol’un Marilyn Monroe’yu işlerinde kullanması gibi Cahide Sonku da Türkiye’de özellikle olaylarıyla gündeme getirtilen bir kadın olarak sanatçının işlerinde vurgulanmaktadır. Oysa asıl kişiliğini arka plana iten, belki de yok sayan bu tür yaklaşımlar geleneksel olanı sürdürür ve çağdaş, yaratıcı ve dinamik nesillerin yetiştirilmesi de rastlantıya kalır.
Fetiş Nesneler (1974-1988) serisinde nesnelerin sahibi olan kadın, biçim olarak var olmasa da biz onu ilk bakışta tanırız. Kadın nesneleri olarak bilinen parfüm şişeleri, rujlar -ya da vitrindeki kadın çamaşırları vs. – anıtlaştırılmış ölüdoğalar olarak kabul edilebilir, ama her bir nesne, nesnellik ve abideleştirilmeleriyle yepyeni bir anlam kazanarak var olmayan kadının kendisinin simgelerine dönüşür. Nur Koçak’ın parfüm şişesinin üzerinde Fransızca yazan Vivre [Yaşamak] (1974) yazısı, kadına bir tür özgürlük vaadetmekte, aslında temsil eden ile edilen arasında nasıl bir tezatlığın olduğunu vurgulamaktadır. Özgürlüğün ise bir söylenden ibaret olduğu aşikardır. Parfüm, ruj gibi malzemeler kadın güzelliğini yaratan – ve estetize eden- önemli nesneler fetiş nesne olarak değerlendirilmelidir. Nesnelerin insan üzerindeki etkisinin çok güçlü olduğu düşünülürse, bu strateji kendine uygun bir yer edinmiştir, kimlik yaratımında büyük rol oynamıştır ve günümüzde hala geçerliliğini sürdürmektedir.
Nesne Kadınlar (1975-1979) serisi az önceki nesnenin kendisi yerine geçen kadın kavramına atıfta bulunan bir seridir. Esin kaynağı kadın dergilerindeki fotoğraflar[1] olan seride kadının vücudunun tamamı veya kendisini ifade eden yüzü değil, erkek bakış açısına göre istenen bölgeler öne çıkarılmıştır. Fetiş nesneler ile beraber düşünülebilecek bu seride kadının kendisi fetişleştirilmiş nesne haline gelmiştir. Bu anlamda Hommage à Vassarely (Vassarely’ye Saygı, 1977) adlı işi kadının kimliğinden sıyrılıp saf bir nesne niteliğine büründüğünü gösteren en çarpıcı işlerinden biridir. Kadının nesneye dönüşmesi, onu tekrar tekrar üretilebilir kılar. Kitle kültürünün en temel özelliğini oluşturan şeylerden biri de bu tekrar tekrar üretilebilir olmaktır. Bu işler Pop Art ile bağlantılı olarak – ki kitle kültürü ile en içiçe geçmiş akımlardandır- değerlendirilebilir. Bu üretimin erkek bakış açısıyla ele alındığını unutmamak gerekir. Nur Koçak’ın işlerinin bu tek açılı düşüncenin ürünü olan kadını yansıtması bakımından feminist anlamda bir okumaya olanak verdiğini görebiliriz.
Vitrinler (1989-2019) serisinin başlangıcını oluşturan 1989 senesinde Nur Koçak Beyoğlu’nda erotizmin tavan yaptığı vitrinlere -Ebrusan Vitrini- işaret etmiş ve vitrin hakkında şöyle bir eklemede bulunmuştur ; “Ne kadar çarpıcı, sonuçta provokatif bir vitrin. Ve insanlar önünden geçiyorlar, farkında olmadan geçiyorlar, bakmıyorlar bile.” Vitrinler toplumun zihniyetini okumak açısından önem teşkil etmektedir. Örneğin tüketimin ne derece bilinçsiz bir boyuta vardığını gösteren örneklerden biri yılbaşında alınan/giyilmesi gereken kırmızı iç çamaşırlarıdır. Oysa Türkiye’de böyle bir gelenek söz konusu değildir. Bu bilinçsizce bir tüketime işaret ettiği gibi vitrinlerde apaçık bir şekilde gösterilen bu giysilerin mahrem olanı, özel yaşamı da bir kenara ittiği ve topluma açık bir hale getirdiği de söylenebilir. Peki toplum bunu ne derece görebilmekte ve görmek istemektedir? Nur Koçak’ın “farkında olmadan geçiyorlar, bakmıyorlar bile” dediği vitrinleri toplum ne derece içselleştiriyor, bu düşünülmesi gereken bir konudur.
Tüm bu işlere fotogerçekçilerin soğukkanlı yaklaşımı ile yaklaşabilmek, görünenin her zaman gerçeği yansıttığı düşüncesinden sıyrılmak, yüzeysel görünenin derinde yatan anlatımına odaklanabilmek, tüketim hakkında belli bir eleştiri geliştirebilmek açısından serginin besleyici olduğunu düşünüyorum. Kadınların umutsuz tarihi üzerinden gitmek yerine umutsuzluğun içinde var olan umudu diriltmek her zaman uzun ve zor bir süreç gibi gelse Nur Koçak gibi daha pek çok sanatçının bunu bir inatla sürdüreceğine inanıyorum.
Kaynakça:
- Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak, Metis Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, Mayıs 2014.
- Geçmiş ve Gelecek/ Past and Future – Nur Koçak Röportaj , İstanbul Modern Sanatlar Müzesi, 9 Ocak 2014.
- Nur Koçak ve Taner Ceylan Söyleşisi, Moderatör: Ahu Antmen, SALT Beyoğlu, 12.12.2019.
- Nur Koçak ile Söyleşi, Yeni Boyut Plastik Sanatlar Dergisi, Haziran 1982 yılında yayınlanmıştır. Yazıya saltonline’dan ulaşılabilir.
- Mutluluk Resimlerimiz, Salt Galata ve Salt Beyoğlu, 3 Eylül- 29 Aralık 2019, Küratörler: Ahu Antmen, Amira Akbıyıkoğlu.
- Melike Bayık-Nur Koçak Röportaj, “Yaşamaya Cesaret Edin”, İstanbul Art News, Eylül 2019.
- Tomur Atagök, Bildiklerim Gördüklerimdir, Gördüklerim Bildiklerimdir, Yapı Kredi Yayınları, 1. Basım, Ocak 2011.