yani en büyük buluşumuz
doğrulanmış yalanlar
can meselesi çoraplarımızda solan tokat sesi
karşıda uzakta hiçbir şeyi göstermeyen temmuz ışıkları geceden
bir şeyi hiçten
şey olan şeyi
şey için gereken bir şeyi
hiçbir şeylikten gocunmayan çöp adamları
Range Rover gölgesizliğinin bıçağı uykumuzda
dikiş attıkça zonkluyor göğsümüzdeki kurbağa
bugün hiçbir şey okumadığımdan olsa gerek hıçkırıklıyım
mentollü bir baş ağrısı kasığımda
cırcırlar sakızlı bir şarkının yarısında ölür sevmeden
demişim
her şarkı yarısında kanlanır çünkü insanda
gerisi gelmiyor ağlarken yediğim cipslerdeki karıncaların hiçbirinin
ben yokmuşum gibi koşmuşum
bir karpuz günü
leğende bir çocuğu yoğuruyor anneler
bir çiçek örmüşler entarilere toprağa sofra bezine
bir köyde bağdaş kurmuş
bir sıra yoktan yok edilmiş anneler
hamarat bir yel bu
unutuyor tuttuğu yalanları çünkü bazenler
daha sevimli duruyor kokulu bebe teninde
dikenler o yüzden kadın boyu
cami köşelerinden korkunç çıkışları
annelerine güvenen erkeklerin
çoğu ramazan çoğumuzun adı karşılıklı
kasketleriniz ömrümüze devrik
köyümüz başlayan yeriniz
bazen başlamaması gereken
ticari kaygılarla kıvrılmış uzağa
yüzümüzün yarısı daha eski
her bakire beş dakika daha yeni doğum tarihlerinizden
çıbanlarımız gömleğinizin üstündeki
iç derinliğimizin akrabası
menteşe gıcırtısı boğulmuş boğazınızda
camda ihmal edilmiş bir sinek ölüsü gibi mutlu
boğarken sesimizi hiç açık bırakmamışsınız sırtımızdaki kamburun düğmesini
yalandan bir iki laf etmişiz soyunuz sürsün diye
nasılsın demiş mesela
meydanda sağa yatmış bir çınar
gövdesi zambaktan
turizm için ayrılmış bir koca çınar
hiç demişiz içimizden
merhabasına otların
sonraya bırakmışız dışınızı
biliriz ki karşıda uzakta köylerde
büyüklerimiz
sıcağı sürmüşler ayıp yerinize
gangren olmasın diye tüyümüz
ağaçların yaprakları içinde biri
en yeşili güneşten
biri en sarı sonra en bordo sonra en kara üzüm renginde düşer
vedalaşmaz düşerken bir yaprak ötekilerle
ötekileriz sınırınızda soğuktan
hiçbirimiz kendi adımızı verip çağırmayı diğerinizi
diğersiz olmak için istemişiz hekimden hocadan
fellik fellik etmişiz yünleri yapağıları kalpli olanlardan
vakit hep öğle üstü kış başı dünyada bir yerdir deniz
balıklar suyumuza göre balıktır suyunuza göre kadın
İyi yüzer mor ışık suda şekilsiz
her köy gibi mezarınız bir ağıtla başlar
bir ademle sürer köyünüz bir sürüyle uzar gönüllü ölüm
bir başakla biter köy
bir dere koşar sessizliğe
bir urgan el arar
baş verir günün ilk susuşu
sular geri gelir yine gitmeye doğru
ağustos kadar ağır bir ateş gider ayaklarınızdan
görülmüşü duymuş olur avcunuzdaki acaba
testere sesiyle seğirten bir trenin kaçıncı yabancısıyız
kimin için bağışladınızsa kendinizi
tavuskuşunun sevabıyla bakın nazar boncuklarından
beton evler gibi kabahatli
arka pencereden yolcu edilen bir hemşehrimiz ışığınız
sevdanın yerleşim yeri sonbahar
yazılı camında ters duran babanızın resmindeki gibi ölüyor kalbinde kriz
sıcak bir bazlamadan dökülen gözyaşı enginliğinde
ezilmiş gibi ağırdan
bir köy kadar dermë çatma
ermişlerin gücüyle
buralar böyle
yanık denizler ülkesi
şiir mülgadır daha öteye