“Ferhat, hadi! Getir artık şu topu!”
Çocukların “ara” dediği, çamura batmış, küf ve amonyak kokan metruk bir binanın eğri büğrü duvarları arasından bir ses yükselerek, “Bulamıyorum ya! Nerede?” diye cevap verdi.
“Semih, sen de gidip baksana!”
“Niye ben gidiyorum?”
“Senin oyuncun!”
Semih çömeldiği yerden kalktı; isteksiz, yorgun bir iki adım attıktan sonra koşarak göz açıp kapayıncaya kadar Ferhat’ın yanına geldi.
“Bir saattir bir topu bulamadın!”
Ferhat iki eli belinde, “Ben mi attım?” diye karşılık verdi. Sonra arkadaşı molozların arasına, merdivenin altına bakarken, “Sanki ben bulamam,” diye kendi kendine söylendi.
Semih, kale filesine benzeyen paslı demir çitin açılmış kenarından sıvışıp yan sokağa geçti. Tıpkı önceki gibi kötü kokulu, yıkıntılarla dolu başka bir ara yerde kayıp topu aramaya koyuldu. Biraz sonra, “Buldum!” diye bağırdı. Havası inmiş, ufak plastik top uzun otların arasında, kapana yakalanmış bir fare gibi duruyordu. Semih topa hışımla bir tekme vurup arkadaşına doğru uçurdu ancak top “şap” diye çamura düştü. Ferhat, “Çamura geldi ya!” diye bir çığlık attı.
İki çocuk çamura batmış plastik topa doğru yürüdüler. Asfalt yol üzerinde mavi bir kağıt parıldıyordu. Parıltıyı fark eder etmez hemen yanına koşan çocukların yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Ancak iki çocuk da yere uzanmadı çünkü çocuklar yüz lirayı aynı anda görmüş, bu yüzden aynı anda bulmuşlardı. Bu durumda para hiç şüphesiz ikisinin de hakkıydı. Yine de gıcır parayı yerden birinin alması gerekiyordu; biraz sonra Semih gönüllü oldu, yapışkan bir not kağıdını defterden söker gibi parayı tırnağıyla yerden çekip aldı.
“Kimin acaba?” dedi.
Oyunları yarıda kalmış sabırsız çocukların, “Semih, Ferhat! Neredesiniz, hadi artık!” diye bağırdığını duyan iki arkadaş ağır adımlarla diğerlerinin yanına döndüler; onlara, “Para bulduk,” dediler. Çocuklar heyecanlandılar. “Kaç para? Nerede buldunuz?” diye iki arkadaşa hemen sorular sordular.
“Ara’da! Ferhat’la ikimiz bulduk.”
“Birisi düşürmüştür, yenmez o, haram para…”
“Sahibi yoksa bizimdir.”
“Sahibi varsa?..”
“Soralım!”
Çocuklar dört bir yana dağıldılar. “Para düşüren var mı?” diye bağırarak etrafta yüz liranın sahibini aradılar. Paranın sahibi ortaya çıkmayınca, “Artık bizimdir!” dediler.
Bunun üzerine diğer çocuklar topu alıp oyunlarına geri döndüler, iki oyuncu eksilince oyunu çift kale maçtan tek kale maça çevirdiler. Bir çocuk kaleye geçti, diğer üç çocuk da gol atmak için yarışa başladı.
“Herkes tek. Üç gol atana kadar…”
Semih ile Ferhat da parayı ne yapacaklarını konuşmaya başladılar.
“Bir tane top alalım, bunun havası yok.”
“Tamam. Bir tane top…”
Bakkala doğru yürümeye başladılar. Sokağın başındaki manavın önüne gelince altlarına birer meyve kasası çektiler, oturup başka ne alacaklarını konuşmaya başladılar. Balkona yıkanmış çamaşırları asan Sevim teyze çocukların konuşmalarına başından beri kulak misafiri olmuştu. İncecik sesiyle, “Götürüp camiye verin çocuklar,” diye bağırdı.
Balkonun altındaki çocuklar Sevim teyzeye görülmemelerinin verdiği cesaretle, “Niye camiye veriyoruz? Vermeyiz,” dediler.
“Başkasının parası… Böyle para bulunur, sahibi de çıkmazsa camiye verilir,” diye karşılık verdi Sevim teyze yukarıdan. Ferhat, Sevim teyzenin sözleri ile tereddüde düştü; camiye verelim tarzında bir şeyler gevelediyse de arkadaşı hiç oralı olmadı… Sevim teyzenin oturma odasında televizyon izleyen kızı annesiyle çocukların konuşmasını duymuştu. “Anne, bırak çocukları! İstediklerini alsınlar, çocuk onlar. Kim düşürdüyse de artık helal eder…” diyerek çocuklardan taraf oldu.
Çocuklar Yeşim ablalarının bu sözünü duyunca daha bir cesaretlendiler, paranın kendilerinin hakkı olduğuna kesin olarak kanaat getirdiler. Yüz lira daha bir ısınıverdi Semih’in avuçlarında.
“Başka şeyler de alalım, bu çok…”
“Kola alalım, cam şişede! İki tane; bir sana, bir bana.”
“Gofret olur mu?”
“Gofret!.. En pahalısı hangisidir?”
“Bilmem, sorarız…”
“Bu kadar mı?”
“Mehmet iki, Sinan bir!” Sinan burun ucuyla topa sertçe vurup gol atmıştı. Kaleyi de geçen top arabaların vızır vızır geçtiği yola doğru hızla yuvarlanıyordu. “Ferhat, topu yakalayın!” diye bağırdı çocuklar.
Ferhat topu ayağıyla durdurdu, havada iki kere sektirip arkadaşlarına attı. Çocuklar topu alır almaz oyuna döndüler. Heyecanlıydı maç. Mehmet ötekileri çalıma diziyor ama bir türlü kaleci Murat’ı geçemiyordu.
“Çok iyi tutuyor ha!..”
Bir anlığına oyunu izlemeye dalan iki arkadaşın buldukları para akıllarına geldi, sıkıntıyla tekrar ne alacaklarını düşünmeye başladılar. Bakışarak, “Hepsini harcamasak mı acaba?..” diye sordular birbirlerine. Bu esnada Sefa da bir gol attı. Top yine iki arkadaşa kadar geldi. Bu kez Semih bir tekmeyle çocuklara gönderdi topu…
“Hay Allah!” Sevim teyze az önce astığı çamaşırları aceleyle ipten topluyordu. Birden yağmur bastırmıştı. Çocuklar oyunlarını bırakıp önünde oynadıkları evin balkonunun altına sığındılar. İki arkadaş da ılık damlalardan oturdukları kasaları duvara yapıştırarak gizlendi.
Yer adeta köpürüyordu. Sokak bir anda göl gibi olmuştu. Şimşekler çakıyor, sanki gök deliniyordu. Yağmurun kısa sürede dinmeyeceğini anlayan çocuklar, “Yaz yağmuru, yaz yağmuru!” diye çığlıklar atarak oyunlarına döndüler. Akıttıkları tere yağmur da katılıyor, oyun daha zevkli oluyordu. Mehmet üçüncü golü atınca tişörtünü çıkardı, elinde sallayarak sokakta bir zafer turu atmaya başladı. Semih, kendisi ile Ferhat oyunda olsa Mehmet’in galip gelemeyeceğini düşünüyordu. Kıskanç bakışlarla kazananı seyrederken aklına bir fikir geldi. Az önce, dayandıkları duvarın yerle birleştiği yerde ufak bir delik görmüştü. Arkadaşına haber vererek parayı o deliğe sıkıştırdı. Mehmet’in sevincine tanık olan Ferhat da kazanma arzusu duyuyordu, “Ne olursa olsun, hadi!” diyerek hareketlendi, dünden hazır olduğunu arkadaşına gösterdi. Parayı delikte bırakan çocuklar koşarak arkadaşlarına katıldılar. Altı çocuk hep beraber hemen yeni bir maça başladı. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, yer köpürüyordu…