İçimdeki devi uyandırmamak için kuğu misali süzülüyorum yataktan. Ardıma dönüp baktığım zaman çarşaftaki kırmızı lekeler ve yaşanılanları silmek için bir tomar para. İnsanların acizliği burada başlıyor. Paranın saramayacağı yara yoktur büyük adam olmaya çalışanlar için. Benim gibi onlardan daha aciz olanlar ise sevilme umuduyla adamı takip ederler. Güneş ışıkları küçük kirli camdan içeri yeni vurmaya başlamış. Saat 6’ya yaklaşıyor olmalı diye mırıldanıyorum. Güneşten daha sıcak bir şey boynuma doğru akıyor. Her daim bakımlı olan ellerimden güç olarak yataktan kalkmayı başarıyorum. Camın yanında duran yarısı kırık yaşamaya çalışan (muhtemelen bir kavga sonucu kırılmış olan) aynanın karşısına geçiyorum. Kırmızı gözlerimin etrafını mora çalan bulutlar kaplamış sanki. Titrek ellerimle dokunuyorum. Dokunup çekmem bir oluyor. Oysa bunlar olurken bir yerden sonra acı çekmenin yerini hissizliğe bırakmıştım. Ellerim boynuma doğru keşfe çıkmış benden habersiz. Ruj eksik olmayan dudaklarıma gelince duraksıyorum. Sıcak akan şey kanmış meğerse. Kırmızı rujumun yanında arada sızan bir patlak. Yeni yeni hatırlıyorken dün gecenin soğuk kırmızısını. Kalabalığın arasından özgürlüğe adımlar atıyorduk. Bazen soğukkanlı tavırlarıma bende inanamıyorum. Ömür denen şey sayısını hatırlamadığın adamın koynunda aşkı aramakla geçiyorsa nasıl olabilirdim ki? Kısa sürede kendimi toparlayıp dudağımdan boynuma süzülen kanları temizlemeye karar veriyorum. Sahi içimde bu kadar kan akarken derimin üzerinde duranları temizlesem ne fayda? Bu cümle çoğu adam kadar tatmin etmemiştir beni. Çantama uzanıp paketimi arıyorum. Bulunca içimdeki küçük çocuk seviniyor. Sigaranın yanışıyla birlikte dün geceyi de yakıyorum. Kimse iz bulamasın diye.