İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir.”
Aytmatov
Annem gönderdi de…
Neden göndermişti hiç hatırlamam. Ne gönderiyordu annem, ne eksikti? İkram mı vardı ve neydi? Ya da ihtiyaç mı? İnanın hiç mi hiç önemli değildi. Anneler, çocuklarını bize gönderirdi; annem beni o çocukların annelerine. “Annem gönderdi de…” ile başlardı cümle kapılarında komşularımızın.
Kapıların bir eksiği vardı. Kapılar ev içlerinin mecazî sıcaklığını dışarı yansıtmazdı. Dışarı 80’lerin dışarısı olunca kapının sokağa dönük yüzü de soğuk ve tek tipti.
-Annem gönderdi de, acık mayalık verecekmişsiniz. Zeliha Teyze, annemin ne diyeceğimi ezberleterek elime tutuşturduğu kâseye mayalık yoğurt yerine iki kaşık “Sakın dökme” tembihi koyardı. Benim gözüm Zeliha Teyzenin oğlu Kâsım’da. Kasım’la yaşıtız. Oyun arkadaşıyız. Sırlarını, gazoz kapaklarını, köpeğiyle oynamayı benimle paylaşırdı.
Komşularımız yakındı bize. Bütün evler diğerine bir tekerleme uzağındaydı. Portakalı soydum, başucuma koydum… Eve gelmiş olurdum.
Annem gönderdiler bitti mi koşardık zeytin ağacına. Mahallemizin orta yerinde en aza altmış yıllık, yaşlı olduğuna bakmayın sapasağlam bir zeytin ağacı vardı. O bizim yani Kasım’la benim ağacımızdı. Babası, Cemal Amca’dan eski tahtalar almıştık. Ağacın dalına bir ev yaptık kuşlar misali. Ben diyeyim beş gün, siz deyin elli beş gün uğraştık. Güzel oldu. Serçelerle komşu olduk. Hayallerimiz Bey Dağları’nı aştı. Kâsım sünnet olacağı gün korkudan ağaçtaki bu eve saklanmıştı. Vallahi ben söylemedim yerini.
Kasım’ın babası Cemal Amca babamın eski iş arkadaşı, sonra komşusu. İkisi de işçiydi. İkisinin de hep işi vardı. İşe gitmedikleri hafta sonları maç sonuçlarının uzun uzun muhakemesini yaparlar ara sıra tartışırlar, biz dikkatle dinlerdik. Spora, toto ile bağlıydılar. Son kertede bize sorarlardı:
Adana Demir Spor, Ankaragücü, bir mi, iki mi, sıfır mı?
Biz adam yerini konuluyor olmanın ciddiyetiyle cevaplar verirdik. Onlar bildiğini yazardı karbonlu toto kâğıtlarına.
Kâsım’ın üç ablası vardı. Nazife, Şerife, Döndü. En küçüğü Döndü Abla. Küçük ablasının adındaki kafiyesizliğin bir nedeni vardı. Cemal Amca hep erkek çocuk istemiş ve “Döndü” adıyla cinsiyet değişim durumunu halletmiş. Bunu, bir başarı öyküsü kurgusuyla anlatışına çok şahit oldum. Kâsım’a da doğduğu ayın adını vermiş Cemal Amca. Kâsım’daki A’nın okunuşundaki farkı o zaman ikimizde anlamamıştık. Cemal Amca’nın mutlaka bir bildiği vardı. Nazife Abla bir temizlik neferiydi. Hayatını mahallemizin bitmeyen kırmızı çamuruyla mücadeleye adamıştı. Güzeldi Nazife Abla. Ben hala deterjan reklamlarına onun kadar hiçbir kimsenin yakışmayacağına inanıyorum. Şerife abla hep fotoroman okurdu ve bizi pek sevmezdi. Onunla karşılaştığım her yerde ne kada gereksiz olduğuma düşünürdüm. Hiddetli bakışları vardı. Sanırım mahalle insanlarını sevmiyordu.
Annem beni sık sık komşularımıza gönderirdi. Özellikle aşure ve arife günleri elde tepsilerle tencerelerle komşular birbirini gezerdi küçücük mahallemizde. Yapılan yemeklerin, hamur işlerinin kokusundan önce kendileri giderdi arkadaşlarımıza. Eskiden paylaşımlar sahiciydi. Camların çerçeveleri plastik değildi mesela. Telefonların özel bir köşesi, üstünde bembeyaz dantelleri vardı. Televizyon son büyük icattı. İstiklal Marşı ile açılırdı.
Anneler mayalık yoğurt için çocuklarını komşulara gönderirdi. Tek katlı evlerimizin bahçelerinde köpeklerimiz havlardı. Gazoz kapakları oyuncak olurdu. Kuyruklarına heyecanlarımızı taktığımız, deniz rüzgârlarıyla dost uçurtmalarımız ipini koparıp nazlı nazlı süzülürdü.
Sonra, olanlar oldu.
Ben büyüdüm, Kâsım büyüdü. Hatta okula gidebilecek kadar büyüdük. Annelerimiz, bizi her sabah yufka,
ekmek arası çökelek çaresizliği ile okula gönderdiler. Okuldan dönüşlerin birinde mahallerimizde üç kalantor adam gördük. Daha önce hiç görmediğimiz Kâsım’ın önemli işler yapan dayısına benzeyen adamlar. Arabaları arabaları Avrupa, bakışları pahalı adamalar. Zeytin ağacına, arkasındaki futbol sahasına, dikenlerle savaştığımız boş araziye, emekli sağlıkçı Recep Amca’nın gecekondusunun ön tarafına baktılar. Anılarımla kim bilir kaç sene yaşatacağım, adeta bir siyah beyaz resim haline gelmiş mahallemizi incelediler. Bir müjde verir edasıyla zeytin ağacının bulunduğu yere apartman yapacaklarını söyleyip gittiler. “Apartman” kelimesini ilk kez duyuyorduk. Üzerine çok kafa yorduk ama işin içinden çıkamadık. Bizim zeytin ağacındaki ev kadar güzel mi olacaktı, bilemedik.
Mahallemize sonra elinde ölçüm cihazlarıyla biraz daha bize benzeyen adamlar geldi. Her şeyi ölçtüler, gittiler. Sonra büyük iş makinelerini, çıkardıkları tozu izledik saatlerce. Makinelerin sesleri bütün mahallede yankılanıyordu. Büyüklerde bir coşku ve neşe vardı. Köpeklerimiz sürekli havlıyordu, biz çocuklar susmuştuk. Her yer inşaat olmuş, tanıdığımız inşaat işçilerinin bilmediğimiz bir dildeki sözleri çoğalmıştı. Anneler çocuklarını apartman inşaatlarına göndermiyorlardı. İnşaatlar arttıkça oyunlar azaldı. Oturma odamızın manzarası ve muhabbeti gittikçe bozuluyordu.
Sonra ne mi oldu?
Spor-toto kuponları tutmadı. Apartman dikme modası aldı başını gitti. Evler çok katlı olmalıydı, mahalleye yukarıdan bakılmalıydı. Anneler de çalışmaya başladı. Çocuklar kreşlere tayin edildi. Annem gönderdiler azaldı. Zeytin ağaçlarının kuşlarıyla sırdaş çocukları hayalleri ellerinden alınarak market arabalarına hapsedildiler. Televizyonlar renklendi ama sohbetler reklam aralarına girerek soluklaştı. Telefonlar küçüldü ceplere girdi, insanlar köşelere çekildi. Cemal Amca’nın torunları hep kız oldu. Annem beni mahallemize yeni taşınan adını bile bilmediğimiz komşularımıza hiç göndermedi. Anne kuşlar yavrularını alıp bir daha dönmemek üzere mahallemizi terk ettiler.
Cemal Amca kırmızı bir Murat 124 aldı. Kâsım’ın köpeğine araba çarptı. Uçurtmalarımızın kuyruğundaki çocuk heyecanlarımız balkon demirlerine takıldı.
Portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir öykü yazdım. Bilgisayar oyunlarının eli silahlı kahramanları ise tekerlemeleri, sayışmaları ve çocuk oyunlarındaki bütün paylaşımları sobeleyerek yalanlar uydurdu.
Annem bir gün beni çok uzaklara gönderdi. Zaten şimdi o da plastik kapta hazır yoğurt alıyor kocaman marketlerden.
Çok güzel dile getirmişsiniz, bunu okurken çocukluğumun yılları 1980’leri yaşattınız bana adeta. Çok teşekkür ederim. emeğinize, yüreğinize sağlık.