Nazım’ın dediği mi çıkıyor? Bu dünya soğuyacak, yazmıştı “Yaşamaya Dair” de, ki buna ne kadar da gereksindiğimiz bir çağdayız. COVID-19 mu başardı bunu? Gezegenimizde trafiğin azalması sebebiyle yer kabuğunun az da olsa soğuduğunu okuyoruz bazı yerlerde. Bunun olması için yüz binlerce insanın ölmesi mi gerekiyordu? Yoksa onlar, dünyayı yönettiği söylenen karanlık gücün tasarladığı düzene mi kurban gitti?
Tabiat Ananın çocuklarına vahşice ve gamsızca zulmediyor insanlık uzun süredir. Gazabı gittikçe artan doğanın öcünden korktukları için mi icat ettiler bu virüsü? Nefes alıp toparlanıyor mu gerçekten tabiat? Affedecek mi Homo Sapiens’i?
Toplum olarak nasıl mücadele ediyoruz bu belirsiz ve sinir törpüsü süreçle? Bugünlerde, canı sıkkınlar kadar hayatlarına yeni bir pencere açan ya da tozlu pencerelerini silip bakış açılarını saydamlaştıranlar da var. Her sabah işe gitmeyi varlık sebebi sayanları sıkıntı bastı enikonu. Fakat aynı sabahlar, saçı başı karışmış hâlde, diğer insanlardan bir saat kadar önce kalkıp hazırlanan kadınlardan ağzı kulaklarında olanlar da vardır epey.
Evin içinde kalmak zorunda olunca, milyonlarca insan elden kaçırdığı zamanı telafi etmeye çalışıyor. Ailesine, müziğe, kitaplara, köpeğine ayıramadığı zamanı… Birçokları zamanın ne demek olduğunu şimdi kavradığını ileri sürüyor. Bununla birlikte, karısı, çocuğu ya da ebeveyniyle aynı evin içinde ara vermeden birlikte olduğu için aklının terazisi bozulmaya başlayanlar da azımsanmayacak kadar kalabalık.
Sıkıntı bastı çok kimseyi. Söz konusu, kimisi için can sıkıntısı iken büyük bir çoğunluk için geçim sıkıntısı fakat. Örneğin, ilk gruba girenlerden, evinin odalarını gezdirenler var sosyal medya denilen uçsuz bucaksız okyanusta. Evet, akıl alır gibi değil ancak binlerce kişinin bu gibi paylaşımları izlemesi karşısında şaşkınlıktan dilim boğazıma akıyor benim. Çok faydalı, anlamlı, sanatsal, iç gıcıklayıcı şeyler de var tabii her zamanki gibi. İçlerinde sanatçı, genç, tamirci, öğretmen vesaire olan ünlü, ünsüz bir sürü insan paylaşıyoruz sürekli. Korkuyor muyuz yoksa doğanın ciddiyetinden? Yalnız mıyız, yandaş mı aranıyoruz? Sıkıldık mı yoksa sadece?
Ya ikinci gruptakiler? Evde bunalmaktan çok maişet derdine düşenler? Aza kanaat eden büyük çoğunluk? Her buhranda daha çok kan kaybeden onlar nasıl çıkacak bu savaştan? Zayiatı ne olacak?
Zaman, devam ettiği sürece, içine düşen her şey bir yerde bitmek zorunda değil mi? Yoksa tıkanıp kalmaz mı zaman? Yeni şeyler çıkabilir mi sahneye? Bu virüs, yarattığı kargaşa ve belirsizlik de bitecek mi günün birinde?
Emin değilim fakat adım gibi bildiğim bir şey var. COVID-19’un sebep olduğu, kaygılardan, koşturmacalardan arınmış anlık yaşam biçimleri, yasaklar kalktığında özlerine dönecek. Havaalanlarında uçaklar kaçırılacak, bir sonraki toplantıya geç kalınacak, akşam eve yorgun ve gergin gelinecek, bu bahane edilerek çocuklara süslü, gözleri boyayan okullarda tartışılmayan; büyümeye, hayata, düşünmeye, ilerlemeye dair konular anlatılmayacak. Onlarla zıplayıp hoplamayacak büyükler, beyinlerini ele geçiren bilgisayar oyunlarına ve anlamsız videolara ses etmeyecekler bu durum işlerine geldiği için (esasen şimdi de böyle bu durum).
Beton yığını alışveriş merkezlerinde, yapma insanlar selfieler çekecek, rengini, ışığını değiştirecek, paylaşmadan önce kılı kırk yaracak. Tabiat ananın, zevkine varsınlar diye tüm insanlara lütfettiği kahvenin üç beş parça minik çekirdeğinden yapılan içeceği maalesef yeniden sadece azınlık karşılayabilecek.
Kitaplar raflara yerleştirilerek, okunmak için yeni bir salgını bekleyecek çaresizce. Düşünmek, konuşup yazmak -boş değil ama- başka bir sokağa çıkma yasağına kadar durayazacak, bellekler daralacak, park edilmiş motorlu taşıtlar asfalt yollarda koşmaya koyulacak ve gökyüzünün astımı azacak.
Ya tabiat anayla sözleştiyse COVID-19, evrilip yok etmeye devam ederse homo sapiensi. Kuşlar, balinalar, kaplumbağalar, maymunlar da ölesiye hür ama biz evde kalınca. Karıncalar ezilmiyor eskiden olduğu kadar. Romanlar, şiirler mesut hatırlandıkları için. Of, aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık. Gerek yok belki de bu derece usa vurmaya, boyumuzu aşıyor baksanıza!
Yahut Nazım’ın dediği gibi hapiste de olsak, hiç ölünmeyecekmiş gibi devam edeceğiz yaşamaya duvarın ardındaki dışarıyla… Günün birinde buz tutup boş bir ceviz gibi uzayda devinecek olacağımızı bilmenin mahzunluğuna rağmen… Sırf “Yaşadık!” diyebilmek için seveceğiz dünyayı…