Her şey kasvetli bir salı sabahı başladı. Tabiatın en basiretsiz adamı Nurettin, tebessüme yakın bir yüz ifadesiyle ve boş mideyle yaptığı mini alışveriş tutarını elindeki yüzlükle ödemek için kasaya gelerek ürünleri sıralamış ve elli iki lira tutan hesabın sayısal yükünü hafifletmek için cebinde iki lira aramaya koyulmuştu. Tam da o sırada titiz esnaf Serdar, “Para sahte Nurettin abi.” diyerek iki lira yerine yeni bir yüzlük istemişti. İşte o an Nurettin kendini ayaklı bir salatalık gibi hissetti. Zira sırada bekleyen diğer müşteriler için de bu mevzu orta doğudaki kanlı politikalardan, küresel ısınmadan ve kansere çare bulunmasından daha önemli olmalıydı ki hepsi gözlerini Nurettin’e dikmişti.

 

Nurettin cebindeki derin boşluğu bilse de amatörce bir oyunculukla elini sanki para varmış gibi cebine daldırdı ve aranmaya başladı. Bunu neden yaptığına dair en ufak bir mantıklı açıklaması olmasa da içgüdüleri böyle davranması gerektiğini söylüyordu. Belki meraklı kalabalık onu izlemekten sıkılır başka bir şeylerle ilgilenirdi, ya da kasiyer sıradaki müşteriyi bekletmemek için işini yapmaya devam ederdi de Nurettin usulca tüyme fırsatı yakalardı. Fakat bu ve buna benzer bir eylem olmasını geçtim dal bile kımıldamamıştı. Herkes dik dik onu seyrediyordu. Nurettin erotizm yüklü dans figürlerini anımsatırcasına ellerini gömleğinin ceplerinde, mavi kot pantolonunun yan ve arka ceplerinde gezdirdi. Acı ki avucuna gele gele nemli selpaktan başka bir şey gelmemişti.

 

Artistlik bir tavırla kredi kartını uzatıp “Buradan çek.” demeyi çok isterdi ama bugünlerde boğazına kadar borca batmıştı ve beş parasızdı. Son güvendiği para olan o yüzlük de sahte çıkmıştı ve işin daha vahimi onu bile kaybetmekle karşı karşıyaydı. Şimdi herkesin bakışları arasında onu bir de geri alabilmek vardı. Serdar uyanığı parayı imha etmeye kalkmasaydı bari.

 

Neyse ki korkulan olmadı bilakis tecrübeli tüccar ilk kez bir canlının halinden anladı da insafa geldi. Elindeki yüzlüğü katlayıp kasaya koydu ve seslendi.

 

“Abi sen iki dakika bekler misin? Sırada bekleyen müşterilerle ilgilenip senin işini halledeyim.”

 

“Olur, olur Serdar sıkıntı yok ben beklerim sen hallet işini.”

 

Birkaç dakika içinde kasa önündeki kalabalık mini marketi terk etti ve ortalık tenhalaştı. O esnada Nurettin efkarlı gözlerle yaklaştı.

 

“Napıcaz Serdar.”

 

“Ah be abi nasıl yedirdiler sana bu sahteyi.”

 

Nurettin stresten başına oturan ağrıyı biçare parmak uçlarıyla dağıtmaya çalıştı.

 

“Ne bileyim ya nerden geldi musibet. Son param namussuz cepte zırnık kalmadı. ”

 

Serdar’ın elemle dudakları gerildi. Kısa süreli bir suskunluk oldu. Ardından elini bedevi müşterisinin omzuna koydu.

 

“Abi sıkma sen canını. İyi bilirim ben yokluğu. Bak bu diyeceğim aramızda kalsın: Şimdi sen turla dükkanı yüz liralık ihtiyacını al ben bu parayı bi şekilde okuturum birine gün içinde.”

 

Nurettin duyduklarıyla ters köşe olmuş, sevinmiş, duygulanmış, esnafıyla onur duymuştu. Neredeyse ellerini uzatıp Serdar’ı alnından öpecekti.

 

“Sen var ya ne delikanlı adammışsın be Serdar. Allah razı olsun. Hemen geliyorum.”

 

Apar topar reyonları turladı ve listeye sucuk ve reçel ekleyerek geri döndü. Yaptığı hesap tam yüz lira tutuyordu. Vefalı esnaf fişi kesti ve gariban müşterisini gönderdi. Fakat işlerin sandığı gibi gitmeyeceğinden henüz haberi yoktu. O gün hiç kimse para üstü olarak yüz lira alacağı türden alış veriş yapmamış ya da para bütünletmek için gelen olmamıştı. Aksi gibi iş çıkışı kendisi para bütünletmeye gittiğinde de civar esnaftan aradığını bulamamıştı. İş artık ertesi güne kalmıştı ve o günden sonra kasabada işler çığırından çıktı. O tek sahte para tıpkı bir kara büyü gibi kimin eline geçtiyse yoksulluk ve musibet getirdi. O yüzden kimsede baki kalmadı ve kasabada elden ele dolaştı. O hiç bir hukuki değeri olmayan sadece sıradan bir kağıt parçasıydı ama herkesin toleransı sayesinde yine de onunla alış veriş yapılabiliyordu.

 

Bu uzunca bir süre böyle gitti ve sahte paranın hangisi olduğu bile unutuldu. Sonraki günlerde Nurettin bir kez daha dolandırıldı. Bu defa durumu daha kötüydü ve üstelik hastalanmıştı da. Yüksek ateş serabında yarı kör yaptığı alışverişlerden birinde birisi eline yirmi lira diye yosun parçası tutuşturmuştu da o farkına bile varamamıştı. Eczacı, kendisinden ilaç almak umuduyla gelen zavallı hasta adama kıyamadı ve yosun parçasını alıp yerine ağrı kesici verdi. O nasıl olursa bir yolunu bulur yosunu birisine verirdi. Ne de olsa sahte yüz lira insanlarca tolere edilmişti. Bir ikincisi neden olmasındı.

 

Eczacı o gün ilk gelen müşterisine para üstü olarak yosunu verdi. Tansiyon hastası kadıncağız gördüğüne inanamadı. Elindeki manzaraya bir de gözlüklerini çıkarıp baktı. Bu basbayağı yosundu. Durum böyle olunca oracıkta bir tartışma başladı ve kısa süre içinde işe civardaki insanlar da katıldı. Eczacının iyi niyeti ve kasabanın bedevi sakini Nurettin’in hali ortadaydı. Bir sahte yüzlük pek ala kimsenin ekonomisine zeval getirmediyse bunu bu yosun parçası da yapabilirdi.

 

Böylelikle yaşlı kadın yosunu aldı ve tartışmaları sonlandırarak evine döndü o günden sonra kasabada yosun da elden ele dolaşır oldu. Çok geçmedi ki bu tuhaf eşyalara yenileri eklendi. On lira niyetiyle kırmızılaşmış çınar yaprağı, beş lira adına saman takvim yaprağı dağıldı kasabaya. Tek bir sahte para kasabanın ticaret anlayışını alt üst etmiş ekonomiyi köklü bir değişikliğe sürüklemişti. Halk ileriki günlerde eski sandaletlerini verip karpuz almaya, kumanda bırakıp şampuan götürmeye başlamıştı. Öyle ki kısa süre içinde paranın tüm o gösterişli tahtı yıkıldı ve takas sistemine geri dönüldü.

 

Böylece Nurettin abi hastalığından kurtuldu ve bodrum katındaki kilitli kapıyı açarak eski eşyalarıyla kendisine güzel bir hayat kurdu. Yüzünün rengi yerine geldi ve morali eskisinden de tıkır oldu. Serin bir yaz akşamı arkasına yaslandı ve içten içe ona uzun zaman önce denk gelen sahte paraya kalpten dua etti.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: