Sabahın kör karanlığında, karakolun kapısında her zamanki gibi huzursuzum. Kim bilir kaç saat tıkılacağım burada. Bunun daha savcılığı var, adliyesi var… Sigaramı atıp asansöre yöneliyorum. Her gelişimde bulmakta zorlandığım Hudut Kapıları Amirliği’ne, bu kez önümde uzanan bavulların da yol göstermesi sayesinde hızlıca ulaşıyorum.

Polisler ve genç bir avukat bekliyor beni. Olayı anlatıyorlar kısaca. Mohammad Pakistanlı, uyuşturucuyu midesinde sokmuş ülkeye, fakat kapsüllerden biri patlamış, otuz gün hastanede yatmış. Önce ifadesi alınacak. Yıllarca İtalya’da yaşamış. O yüzden hem İngilizce hem İtalyanca sürüyor ifade. Avukat özel bir görüşme yapmak istiyor, yan odaya geçiyoruz.

Bu adamın yüzünde bir şey var. Ellerinde. Konuşma şeklinde. Numara mı yapıyor? Kendini acındırıp cezadan sıyrılmak mı amacı? Kandırılmış olabilir mi gerçekten? Böyle işlerde soğukkanlı olabilecek en son insanım. Zorunda kalmasa yapar mı? Kurban mı, katil mi? Fazla mı içselleştiriyorum?

Zihnimdeki sesleri susturmakta zorlanıyorum. Avukat bana dönüyor. ‘Çevirir misiniz söylediklerimi?’ Kafamın içinden gerçek dünyaya dönüp duyduklarımı aktarırken, Mohammad’ın çıplak ayaklarına takılıyor gözüm. Sol kolundaki kanüle, diğer elini midesinin üzerinden hiç kaldırmayışına… Burada bütün eşyalarımı aldılar, diyor, avukata söyler misiniz kızımın fotoğrafını bana geri versinler.

Arabada ezan okutuyorlar Mohammad’a. Hafızmış ülkesinde. Polisler o kadar alışkın ki, benim durgunluğum, hüznüm belki komik geliyor onlara. Otuz gün yattın, taburcu olacak bugünü mü buldun diyorlar, akşama derbi var. Sinirleniyorum. Her şeyi birbirine karıştırdığımı biliyorum.

Savcılıkta aynı hikâye sil baştan. İlk defa yapmış böyle bir şey. Karısı ve kızıyla tehdit etmişler. Aslında ne kadar da düzgün bir insanmış. Yıllarca çalışmış, emeklerini böyle heba etmeyi o da istemezmiş. Ama… Amayla biten her cümle gibi, bu anlattıklarının kimsenin gözünde bir değeri olmadığı belli. Ama. Ama nihayetinde. Yapmış.

Duruşma benim için bütün günün en korkunç anı. Anlaşılmaz bir duygu besliyorum Mohammad’a karşı. Acıyor muyum, üzülüyor muyum, kızıyor muyum bilmiyorum. Sadece kokusu olup görüntüsü olmayan bir anı gibi bu benim için.

Beş dakika bile sürmedi hâkimin dudaklarından ‘on beş sene’nin dökülmesi. On beş sene çok uzun gibi geldi bir an. Bugünü unutmak için… Bütün gün çıplak ayakla dolaştığı adliye koridorlarının soğukluğunu silmek için tabanlarından. Kim bilir nerede, ne zaman başlayan hikâyesini bitirmek için uzun. Tanımadığı bir ülkenin hapishanesinde, dilini bilmediği insanlarla… Kızının yüzünü hatırında tutmaya çalışmak için uzun. Ölmek için. Kendini suçlamak için. Kendini affetmek için.

İlk kez gördüğüm ama saatlerdir beraber olduğum için ahbaplık kurduğum polislere veda edip kapıya yöneldiğimde aklıma geliyor.

Mohammad’a bir çift ayakkabı almalıyız. Hadi avukat.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: