“Burada gömülü kaç yaralı kalp var.”
O öğleden sonra gri beyaz bulutlar kadın kokan alımlı bir bolero gibi güneşin kollarını açıkta bırakarak gövdesini örtmeye çalışırken Kafe Teras‘a paralel uzanan çay bahçesinde de parlak kemik rengi ağaçların altında Camila ve ben, onun gelecek planları üzerine konuşuyorduk. Daha doğrusu o konuşuyor ben de bacaklarından başlayıp kasıklarına sonra karnına ve oradan da omuzlarının üzerine yükselen küçük kasılmalara eşlik ederek konuşulanlara onay veriyordum. Tabi burada hemen belirteyim bu onay verme işlemini bölüm başkanı olması ısrarla engellenen ama bu durumu gereğinden fazla önemsemeyen iyi bir matematik Profesörü gibi yerine getiriyordum. Mesela kırmızı ince damarlarla çevrili güzel burnuna bakarken “Olabilir.” diye konuşuyordum. Sonra misafirliğe götürülen akıllı uslu oğlan çocukları gibi önüme konan hilal şeklinde havuç ve tarçın kokulu kurabiyeleri tüketiyor ve yarım ay gibi beliren burun kanatlarına dikkat kesilip kahvemi yudumluyordum. Kısa bir an kupa bardağımın içindeki dalgalanmalara göz gezdirip ince çerçeveli gözlükle korunan güzel gözleri ile birlikte iri kırmızı bir gül gibi de görünen parlak dudaklarını izliyor ve bir merak duygusu için de araba silecekleri gibi bu dudakları ıslatan ıslak ve kaygan diline odaklanıyordum. Ben dikkatli bir seyyah gibi Camila‘nın güzel ağzında ve gövdesinde gezinirken, O kısa soluk alışverişleri ile sarsılır gibi konuşuyor, bacakları birbirlerinin üzerinde buz parçaları gibi kayarak hareketleniyor ve kalın topuklu, siyah deri botlarıda dolaplı bir saatin arsız ve uzun sarkacı gibi masanın altından kaval kemiğime dokunmaya başlıyordu. Güçlü bacaklarım kış güneşi ile ısınan toprakta kararan ve sararan yaprakları doğaya kazandırma arzusu ile daha bir kasılırken Camila‘nın güzel bacaklarından yükselen titreşimler siyah deri botunun ucundan kaval kemiğime geçiyor ve yukarı doğru tüm gövdeme yükselerek içimde Nikola Tesla‘nın hiç bir zaman açıklayamayacağı foton çakımı misali ılık elektrik akımlarının oluşmasına neden oluyordu. Tanımı güç, ılık ve güçlü bu akımlar sonrasında derin deniz nehirleri gibi araya girmeye çalışan tüm aracıları devre dışı bırakarak gözlerime hücum ediyor ve tabi ki oradan da Camila‘nın gök mavisi menevişli gözlerinde mavi kıvılcımlar oluşturarak kayboluyorlardı. O artık ayakta durmanın önemini sorgulayan güçlü bacaklarıma dokunmaya devam ederken önemli bir kadın yazarın ismi ile de anılan çay bahçesini karşılayan geniş caddede üzerinde yünlü kumaştan ekose bir etek bulunan güzel bir kadın hareket halinde olan kır saçlı bir balıkçıyı[1] durdurdu. Sonra önü fermuarlı kısa etekli bu kadın adamın tekerlekli ahşap tezgâhına bakarak bir şeyler anlatmaya başladı. O konuşurken elinde büyükçe bir tepsi bulunan komi siparişleri gideceği yere ulaştırmak için hızla caddeden aşağı inmekte ve Kafe Teras‘ın karşısında duran ağacın arkasında saklanan gri kasketli bir çocuk da kafe de oturan insan kalabalıklarını izlemekteydi. Burnu domuz burnu gibi yükselen ve bir denge hali yakaladıktan sonra aniden kesilen kilot pantolonlu bu çocuk kafede oturan insanları gözlerken caddede beliren bir yılkı atı şaha kalktı ve kendini kırbaçlamaya başladı. Hepimizin düşlerine karışan bu at kendini kırbaçlarken kafe de oturan iyi giyimli kibar insanlar, üzerlerinde isimlerinin baş harfleri bulunan işlemeli ipek mendilleri yere düşürdü. İrice bir adam, kısa boylu komiyi durdurmak için ıslık çaldı. Bir ritim yakalamak için tekrar hızlanan ve zorlanan komi bana baktı ve Charles Dickens romanlarından çıkma gri kasketli çocuk da[2] yere düşürülen ipek mendilleri hızla toplayıp oradan uzaklaştı. O, koşarken, Camila ve ben oturduğumuz masadan kalktık çay bahçesinin kapısından dışarı çıktık ve tuhaf bir ıslaklığın etkisi altında el ele onun karşı kaldırımda görünür olmaya başlayan pencereleri demir korkuluklu birinci kattaki evine doğru ilerlemeye başladık.
[1] “Unutma kolektif bilinçaltını anlamlandırmak istiyorsan taksici hikâyelerinden ziyade tuvalet arkası resim ve yazılarla birlikte dolaşımda bulunan balık ve balıkçı hikâyelerine bakacaksın.” “………………………………….” ““Şişkin göbekli balıkçı.” “Kılıç balığının yanına uzanan balıkçı.” “Alt düğmeleri açıkta beyaz bir gömlek ve üzerinde ikinci sınıf bir takım elbise bulunan balıkçı.” “Çenesi öne çıkık geniz etli çocuklar gibi derinden titrek bir edayla konuşan balıkçı.” “Kanlar içinde bir aynalı sazanı kulaklarından yakalayıp solungaçlarını daha belirginleştirmek ister gibi havaya kaldıran sonra kelimeleri yutarak konuşan güreş ve halter sporu sevdalısı balıkçı.” “Oksijensiz kalan ve boğulan balıkları bir fatih edası ile işaret eden balıkçı.” “Yakarır gibi ellerini havaya kaldırarak kameraların kadrajına giren balıkçı.” “Şaşkın güneş balığı ile poz veren balıkçı.” “Tam bir ton yüzeli kilogram ağırlığındaki köpekbalığının ağzını kalın bir çubukla aralayan ve oradan içeri merak dolu gözlerle bakan balıkçı.” “Ağzı açık kederli gözlerle gökyüzüne bakan morinaya bakıp tiz çığlıklar atan balıkçı.” “Balıkçı teknesine çektikleri köpek balığını tekme tokat döven balıkçı sürüsü.” “Yüzü düşük asık suratlı yaşlı somon balığının karnını yaran ve bağırsakları ile birlikte midesine bir cerrah dikkati ile bakan balıkçı. ”“Ölü köpek balığına sağ elinin mermer misali nasırlı el içi ile Osmanlı Tokadı atmaya çalışan balıkçı.” “Tam bir ton yüzeli kilogram ağırlığındaki köpekbalığının hayali parmak aralarına kurşun kalem yerleştirmeye çalışırken kafası koparılan balıkçı…””
[2] “Kendini üzerlerin de sahiplerinin isim ve soy isimleri bulunan rengârenk el işlemesi mendilleri çalma ve turuncu-gri bu şehir de küçükte olsa şefkat kırıntıları arayan insanlara hediye etme işine adayan masal kahramanı bu çocuğun aslında iyi işlenmeyen bir “Dickens” karakteri olduğunu ve başkarakter olma umudu ile bu sayfalara seğirttiğini açıklayalım mı.” “………………………………….”