Babam dar ve tiner kokusunun ağır şekilde hissedildiği nalburun yazıhanesinde, köşede, bacaklarını tabureye uzatmış oturuyor; ayağında eskimiş ve epey kirlenmiş kunduraları giyili; saçları ağarmış ve yanlardan açık bir şekilde seyrek. İçinde işsizlikten kendisini boşayan eski karısına olan öfkesi ve yüzünde vicdanın soğuk terleri var.

***

Daha önce babamı hiç bu kadar tedirgin görmemiştim. Babamın bu hali içimi eziyor; akmayan gözyaşları ve duyulmayan inleyişleri kaygı verici bir duygu uyandırıyordu bende. Sonra babam bir şeyler mırıldanır gibi oldu:

– ha şimdi vahtiymiydi… Üç beş kuruşumuz olaydı iğdi.

Ben hâlâ babamın bu söylediklerine bir anlam verememiş, şaşkınlığımı sürdürüyorken birden içeriye babamın toptancısı Ahmet giriverdi. Babamın ifadesiz, morarmış beyaz yüzü aniden dişlerini ortaya çıkarmıştı.

– Hoş geldin Ahmet’im.

– Selamın aleyküm Hasan’ım.

– Aleykümselam, gel otur.

Babamı ilk kez böyle görüyordum; her zaman serttir ve az konuşurdu, dilsiz ve kekemeydi. Şu anda ise ezikliğin ve çaresizliğin gölgesinde geveze oldu. Çevremde her şey öylesine tuhaftı ki: küçük yazıhanenin sandalyelerinde sanki yabancı birileri oturuyordu.

– Ha şimdi, İbs’den bi dört milyarlık sipariş geçecem.

– Hmm…

– Allah’ın izniyle… Peşin çalışiy ya, deyki peşin Yusuf.

– Niye sen alıyordun ya Urmolit.

– Urmolit alıyorum da… Geçen yolladı, deyki öbürlerinden yoh… E dedim bir kaliteli bir malzeme de gelsin. Plasten serisi var İBS’nin şu yeşil kutular… E simdi onda yoh ya mecbur IBS’den getirim daha… Şöyle satarken içim rahat rahat satim ya Ahmet.

– Aynı adam satmıyor mu onu?

– Yoh! Onu… onu hoca satiy. Tanursun belki hocayı ama tanımazsın.

– Hoca kim ya?

– IBS Akçaabat’lı.

– Öztürk mü?

– Öztürk mü ne herhâlde. Öz… Özyeğin

– Şey… Özyeğinler!

– Özyeğinler he… Taniysin demı hocayı?

– … Tam bir çakal

– Yav çok iyi, iyi birisi yav… Çakal ney, nasıl çakallığı yani.

-Yav bırak Allahin seversen!

– Valla, fiyatları uygun Ahmet.

– Fiyatını demiyorum hacı.

– Hee?

– Adamlık sıfırdır da biraz da… O yüzden.

– Yo yo eydir ey, sağ olsun onun sayesinde yine de tutundum yani, boya verdi. Siz ne… Ne bilim yani.

Babam ve toptancısı bir süre duraksadılar, ahşap heykeller gibi donup kalmışlardı. Toptancı Ahmet bir şey bekliyormuşçasına kımıldamadan oturuyor, babam dışarıdan geçen insanların uğultusunu dinliyordu. Bu sessizliği fırsat bilip babamın yanına yaklaştım ve müsaade istedim. Nedenini bilmediğim bir rahatsızlık hissine kapıldım. Gerçeği sorgulatan o andan uzaklaşıp kendimi sis kaplamış caddenin kaldırımlarına attım. Yoğun sis yüzünden, uzağı seçemiyordum. Ara mahalleye çıkan yolun kenarına oturup cebimden çıkardığım bir sigarayı yaktım. İçime çektiğim kuvvetli duman tüm bünyemde yayılırken bedenim tümüyle gevşemiş, zaman daha ağır akmaya başlamıştı. Sonra içimdeki duman iki dudağımın arasından boşluğa süzülerek sise karışıp kaybolmuştu. İzmariti kül tablasına terk edip bir süre esen rüzgarın onu yellemesini ve tüketişini izledim. Dükkanın kapısı açılınca irkilip kendime gelmiştim, çıkan toptancı Ahmet’ti. Onun peşine de yüzünde ki çaresiz ifadesiyle, gururu incinmiş babamı gördüm. Babamla göz göze geldik, uzun bir süre bakıştık. İşte bu yüzleşme bana acizliğimi anımsattı.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: