Sosyal Bilimde Karmakarışıklık mı?
Bunca Çok Şeyi Nasıl Ayırt Edeceğim? Ve Gerekli mi?
Antropoloji Örneği: İnsan ve Kültürün İzdüşümleri?
Bulduğu, gördüğü ve karşılaştığı her türlü kültürü, her türlü insan grubunu kalıplara sokmayı seven insanlara karşı halen daha mücadele vermekte olan, herhalde insan odaklı işlere veya politikaya atılmış olan bir kimsenin en çok okuması gerektiği bilim dallarından biridir Antropoloji.
Karşınızdaki kültür, yalnızca belli bir dinin mensubu oldukları için asla o dinle özdeşleştirilmemeli veya bütün bir dini inanış o kültür ile tanımlanmamalıdır. Öyle ki, her kültürün alt grupları, hatta bunların da alt grupları vardır ve bunları teker teker, yerinde, objektif bir bakış açısıyla incelemek gerekir.
Genelde çok ünlü Antropologlar, yaptıkları araştırmalar ışığında yazdıkları eserlerini, araştırmalarını bitirir bitirmez kâğıda dökmezler. Mutlaka araya, araştırdıkları ve uzun süreler iç içe oldukları kültüre herhangi bir kişisel bağ kurmamak için zaman koymaları gerekir. Bazılarında bu 20 seneye kadar ulaşabilir. Pek tabii araştırmaları kâğıda dökmek, derlemek gerçekten zor olduğu gibi, aslında bu bekleme süresinin en az üçte ikisi, kültürden kopup objektif bir bakış açısı sunabilmek maksadıyla, başka işlere yoğunlaşarak geçirilir.
Ancak araştırılan kültürlerdeki tabular, genellikle antropologların karşılaştıkları en büyük engellerdir. Örneğin, Mısır’daki Müslüman kadınları bir erkeğin incelemesi, yeterli kaynağa ulaşması hemen hemen olanaksız olduğu için pek kapsamlı olmayacaktır. Aynı şekilde, bir kadın antropolog da erkeklerin dünyasını araştırmaya kalkarsa, kaynak sıkıntısı çekecektir.
İşte bu noktada, “objektif olmak için tamamıyla araştırılan konuya zıt olmak gerekir” mantığı suya düşer. Bir kadın, muhtemelen erkek egemen bir topluma daha objektif bir gözle bakabilir. Pek tabii feminist yazarlar da mevcuttur ki, onların da kendi stilleri vardır ve kendilerini antropoloji biliminden ayrı saymak hata olur.
Dilbilimi bile, her ne kadar antropolojiden ayrılmış bir bilim dalı olarak gözükse bile, her zaman antropoloji ile iç içedir. Tarih, Sosyoloji ve Dilbilimi bilmeyen bir antropolog olamayacağı gibi, Sosyoloji, Antropoloji ve Tarih bilmeyen bir dilbilimcinin de olmasına imkân yoktur. Aynı şey, Sosyoloji ve Tarih için de geçerlidir.
Kaynakların yetersiz olduğu bir durumda tarihçiler, genellikle antropoloji bilimine yönelerek belli teoriler üretirler ve bunların üzerinde yoğunlaşırlar. Birbirlerinin içine bu denli sımsıkıya geçmiş olan bu bilimleri ayrı olarak kategorize etmek, kanımca büyük hata olur.
Antropologların önüne genellikle “özgünlük” problemi çıkar. Araştırdıkları kültür özgün müdür? Aynı bölgede yaşayan diğer kültürleri genelleyebilir mi? Genelleme konusunda cevap nettir; kesinlikle hayır. Ancak “özgünlük” kelimesi de kendi çapında önemlidir. “Zengin bir İranlı aile” hakkında araştırma yapmak da antropolojidir ve o da kendi çapında özgündür. Ancak genellikle şehir hayatı yaşayan kültürleri incelemektense, antropologlar sürekli olarak daha uzak gözüken, daha ulaşılmaz gözüken kültürlere odaklanırlar. İşin ilginç yanıysa, Türkiye’deki çalışan kadınlar hakkında bir antropolojik çalışma görmenin hemen hemen imkânsızlığı, ancak Türkiye’nin doğu Anadolu bölgesi üzerine yapılmış çalışmaların gayet bol olmasıdır.
Antropoloji ile ilgili bir metin okuyan bir kimsenin düşeceği en büyük yanılgı, okuduğu kültürü, benzer bütün diğer kültürlere mal etmektir. Örneğin, bir Afrika ülkesinde şehirli insanların uygulanan cenaze merasimleri hakkında bir çalışma, kesinlikle aynı ülkenin köylüsü için tamamıyla geçerli olamaz.
Antropoloji, çok geniş bir bilim dalı olmakla birlikte, özellikle bu post-modern zamanlarda her bir bireyin bile kendi apayrı kültürünün olduğunu düşünecek olursak, ortak bir kültürden bahsetmenin zorluğu da ortadadır.