Bazen mavi nefes alırdık bazen  kan kızılı. Belki de onunla çayı hep gökyüzüne bakarak içtiğimiz için böyleydi. Bazen koşar adım, bazen dinginlikle geçerdik yollardan; ben her daim heyecanlı, o ise yakasına yapışan hastalıkla yaşlanmalı. Bir gün gelip hastalık yakasındaki son düğmeyi iliklerse ne yapacağımı düşünüyordum. En zoruydu insanların kendi sorusuna verdiği cevaplar; kolay sandığınız cevaplardı esas yalanlar. 

 

Zordu işte.  Kenan olmadan nasıl görünürdü bulutlar, çayı duble içebilir miydim bir daha? Böylesine yaşarken onu bir mezar başında ziyaret edebilir miydim? Baktığım o yüz; sivri çenesi, ela gözleri, kemerli burnu neye benzeyecekti? Toprağa mı! Yakasından dudaklarımla aldığım o kokuya ne olacaktı? İçimde yanan sesleri hissetmiş gibi sardı beni kendine, sustuk. Son gecemiz olacağını bilseydim belki de daha gürültülü susardım.

 

Gece yarısı uyandım ve Kenan gitmişti. Hemen gözlerimi yumdum uykuya geri daldım. Bu kadar kolaydı bazı şeylere belki rüyadayım diyerek göz yummak. Ya da kabus işte, siz ne derseniz! Uyandığımda tekrar kapamak istediğim gözlerim acı içinde yaşarıyordu. Penceremi açtım herkes cenazesi için hazırlanırken ocağa çayı koydum. Beni en son sardığı kanepeye uzandım, onun için yazdığım şiirleri geçirdim aklımdan. Hemen hemen her şiirde bir mavilik, bir gökyüzü varmış, yeni farkına vardım. Aniden kalkıp perdemi araladım. İşte bulutlar hala oradaydılar, ne yazık altında tek bardakta çay olacaktı. 

 

Kenan gideli  üç gün olmuştu. Artık neye büründüğünü görmem, kokusunun yok olduğu gerçeğiyle yüzleşmem gerekiyordu. Hastalığında vaktinin azaldığını bildiğim halde sormamıştım ona; pişmanlıklarını, yapmak istediklerini… Bu sorular bir ömrün sonuna çok benziyordu çünkü. Ona bunu yapamazdım. 

Ve oraya gittim. Kenan’ın -olabildikçe- yanındaydım…

 

Adım Meneviş. Hep güzellikler içinde yazdım. Mezar başında insanın kaleme kağıda ihtiyacı olmaz sandım. Oluyor. Siz en karasından mürekkep kalem sürseniz de, toprak rengi çıkıyor yazınız. Siz seviyorum yazsanız da kelimeye bir şekilde hüzün bulaşıyor işte. Neden mi? Burası yaşamı son bulan insanların yeri. Bu kapıdan babasını affetmeden, çocuğunu kucağına alamadan, hiç aşık olmadan, bir mısra şiir okumadan, son sarılışta konuşamadan girenler var. Kokuyor, toprak fena pişmanlık kokuyor. İnsanın burnunun direği sızlıyor. 

 

Benim adım Meneviş. Ben bu kapının başında bekliyorum. Artık mısralar yok, öylece bekleyen sorularım var. Kalemim kahverengi, üzerim mavi, nefesim kızıl. Biraz eksik kızıl. 

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: