Gök bir beyaz olurmuş bir mavi. Bazen kızıla dönermiş yüzünü bazen de karaya. Gerektiği kadar yukarı çıkınca görünürmüş ki aslında yedi farklı renk birbirinin peşi sıra. Ben en çok tüylerimdeki renge benzer kızılını severdim gökyüzünün. Eğer her birimizin göklerin birer rengini almış olduğumuzu düşünürsek, ben en güzelini alıp takmıştım boynuma. Gerdanımda beni diğer kuşlardan ayıran bu ateş kırmızısı rengi öyle çok seviyordum ki.
Günlerim çoğunlukla daha önce hiç görmediğim yerlere doğru uçmakla geçiyordu. Bazı zamanlar sadece karnımı doyurmak için yuvamdan ayrılıyordum. Bazı zamanlarsa kardeşlerimin yeni uçuş denemelerine yardımcı olmak için kanat çırpıyordum. En sevdiğim ise her zaman tek başıma süzüldüğüm anlar oluyordu. Her seferinde kendi sınırlarımı biraz daha zorlayarak yükselebildiğim kadar yükseliyor, gördüğüm en güzel manzaraya doğru uçup sonra derin boşluğa kendimi bırakıveriyordum. Böyle zamanlarda kalbimden gökyüzüne doğru kocaman bir çığlığın yankılandığını duyar gibi oluyordum. Bu hayatı çok ama çok seviyordum.
O sabah diğer günlerimden farklı olarak erkenden uyanmıştım. Anne ve babam birbirlerine sıcacık sarılmış uyuyorlardı. Kardeşlerim ve bense hemen yanı başlarında. Bu anın minik bir fotoğrafını çekmek istercesine uzun uzun bakmıştım o sabah aileme. İçimden benim de günün birinde böyle sıcacık sarılacağım bir eşim olmasını dilemiştim. Ailemin varlığına, yaşadığımız bu kocaman söğüt ağacının kuvvetli dallarına şükür etmek için yuvadan başımı çıkarmış ve uzun uzun ötmüştüm. Bir süre yuvamın yakınlarında tüylerimi kaşıyıp saçlarımı, gerdanımı iyice bir tarayıp düzelttikten sonra yola koyuldum. O sabah içimden şehre yakın yerlerde uçmak, insan kalabalıklarının olduğu sokaklarda dolaşmak geçiyordu. Olabildiğince yukarılara çıkarak kendimce kısa bir rota çizdim. Tuzlu suda kendimi yıkamayı pek sevmesem de denizin bu sabahki pırıl pırıl dalgalanışına karşı koyamadım. Hızlıca alçalıp serin suda kanatlarımın en dip yerlerine kadar çırpınıp yıkandım.
Denizin hemen üzerinde küçük bir kayık ilişti gözüme. Kimseler yoktu, rahatça kurulanıp kalabalıklara doğru yol almaya başlayabilirdim. Bugün burnuma nereden güzel bir koku gelirse o yöne doğru uçacaktım. Taze ekmek kokusunun duyulmaya başladığı sokağın başına soluksuz geldim. Ekmek fırınlarından bir tanesinin önünde, ekmeğini almış ve biraz dinlenmek için tahta tabureye oturmuş yaşlı bir teyzenin yanına iniverdim. Göz göze geldiğimizde karnımın aç olduğunu gözümden anlamış gibi kese kağıdındaki ekmekten bir parça koparıp önüme doğru atmaya başladı. Müsaade etse omzuna konuverir onu pamuk şekerine benzeyen yanaklarından öperdim. Ya da öpemezdim. Bu kadar kocaman olmasalar belki yaklaşırdım her birine ama insanlardan çok olmasa da biraz korkuyordum. Karnımı doyurduktan sonra teyzeye biraz daha dikkatli bakınca fark ettim ki saçının bir kenarına, aynı benim tüyümün renginde kızıl tüylü bir toka takmıştı. Yeryüzünde anne, babam ve kardeşlerimden başka akrabamız olabilir miydi ki?
Ben düşüncelere dalmış olduğum yerde kalakalmışken teyze birden ayağa kalktı. Ani hareketinden ürküp ben de fırının çatısına doğru sıçrayıverdim. Bu halim teyzeye komik gelmiş olacak ki bir şeyler mırıldanıp gülümseyerek yavaş yavaş yürümeye başladı. Bulunduğum yerden teyzenin saçındaki tüyü daha iyi görebiliyordum. Benim kadar kızıl rengin yakıştığı bir başkası da olabilirmiş şu hayatta demek ki.
Renkli panjurlarla kaplı evlerin olduğu sokak boyunca teyzenin peşi sıra uçmaya başladım. O kadar yavaş yürüyordu ki o bir kaç ev geçene kadar ben bir panjurun üzerinde onun yolu tamamlamasını bekliyordum. Sokağın köşesinde balkonu rengarenk çiçeklerle dolu iki katlı bir ev gördüm. O balkona doğru uçtum ve teyzenin yolu yürümesini bekledim. Dakikalar sonra kızıl tüylü teyzenin bu iki katlı apartmanın önünde durduğunu ve çantasını karıştırdığını görünce birden sevindim. Yoksa bu güzel evde mi oturuyordu? Emin olmak için karşısındaki posta direğine uçup bekledim. Bir süre teyzeyi gözden kaybetmiştim. Tam yanıldığımı düşünürken renkli çiçeklerle dolu balkon kapısında kızıl tüylü teyze göründü. Elinde masmavi renkte bir kafes ile balkona çıkıyordu.
Balkonun rengarenk çiçeklerine mi bakayım, yoksa boncuk mavisi kafesin içindeki sarı tüylü kuşa mı bakayım şaşırmıştım. Çiçeklerin en pembesinden gelen kokudan olacak ki biraz başım dönmüş bulunduğum yerde hareketsiz kalıvermiştim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Kızıl tüylü teyze, kafesi kapağı kapalı şekilde balkondaki sandalyenin üzerine bırakıp içeri girdi. O an yüreğimden yalnızca sarı tüylü bu hanımefendiye yaklaşmak gelmişti. Gözlerini gördüğüm o anda öylesine bir şarkıya başlamıştı ki o anı yeryüzünde gördüğüm renklere, gökyüzünün yedi rengine bile değişmezdim. Karşısına dikilip gerdanımdaki kızıl tüyleri görebilmesi için bu yaşıma dek bildiğim bütün yeteneklerimi arka arkaya sıraladım. O an tek bir isteğim vardı, yeter ki bu güzeller güzeli hanımefendi beni yanına istesindi.
Gün akşama dönerken kızıl tüylü teyze balkona geri geldi. O anda kafesi alıp içeri gideceği için o kadar üzülmüştüm ki. Son bir çare uzun uzun, nefesim yettiğince bağırdım. Bir umut beni duyacağına inandım. Bu ötüşüme karşılık sarı tüylüm de yüzünü bana dönüp ötmeye başladı. Kızıl tüylü teyze sokağı inleten şarkımızı sanki anlamıştı. Anlamıştı da sanki duraklamıştı bir kaç dakika. Birden kafesi, az önce aldığı sandalyeye bırakıp bana doğru elini uzattı. Gözleri sanki dolu dolu, mavi mavi bana bakıyordu. O an bir karar verdim ve kızıl tüylü teyzeye doğru kanatlarımı çırptım. Parmağına konduğumda başımı sıcacık öptü. Boynumu uzun uzun okşadı. Güneş’in bulutların arasından hızlıca geçişi kadar bir süre sonra kafesin kapısını araladı ve parmağı ile beni kafese doğru bıraktı. Sarı tüylü sevgilim ile ilk buluşmamız rengarenk çiçeklerle dolu balkonda işte böyle gerçekleşti.
O günden sonra yeryüzünün yedi rengini balkonda açan çiçeklerde görmeye başlamıştım. Bazı zamanlarda kızıl tüylü teyze kafesin kapağını açıp uçmama, ailemin yanına gitmeme izin verse de sarı tüylü sevgilimi bir kez olsun kendi diyarıma götürememiştim. Eski günlerimi çok özlesem de yeni evimi de bir o kadar çok seviyordum. Bulutları aşa aşa uçmak yerine evin içinde mis gibi sabun kokusu eşliğinde birbirimize uçuşuyorduk. Yüksek tepelerden yıldızların çıkardığı sesleri dinlemek yerine evdeki radyodan yankılanan müzikle danslar ediyorduk üçümüz beraber. Yeryüzünü yükseklerden izlemek yerine mutfağın penceresinden ışıltılı tepelere uçmayı hayal ediyorduk birlikte. Her ne yaşayacaksak birlikteyken, kalbimizi sevgisi ile dolduranlar ile güzeldi. Hayat birbirimize bir kanat çırpışımızda gizliydi.