Tanrı bir ışık yaktı dünyayı görebilmem için. Gözlerim açıldığında ilk hissettiğim acıydı, yeni doğan bebeğin ciğerlerine giren oksijen misali. İlk gördüğüm şey ise uzun bir belirsizlikti. Sonu olmayan, her adımda korkutan. Gözlerimden daha çok gelişmiş olan kulaklarıma söz verdim devamı için. Bu sefer ki tanıdık bir şeydi. Genelde yağmurdan önce duymaya alışık olduğum ses geliyordu. Gerçek olduğumu hissettiren tek ses. İlk kez nereden geldiğini görüyordum. Ama hiç anlatıldığı gibi negatif veya pozitif değildi bulutlar, hepsi aynıydı. Bir fark yoktu aralarında. İnsanlar neden farklılaştırıyordu her şeyi bu kadar farklılığa rağmen? Yaşama bir kolaylık mı sağlıyordu bunlar? Yağmur böyle mi görünüyormuş? Aynı yeryüzüne düşen milyonlarca melek gibi…
Hislerim eskisi gibi olacak zannediyordum ama yanılmışım. Eskiden kendi kurduğum belirsizlikte kaybolurdum şimdi ise başkalarının kurduğu belirsizlikte kayboluyorum. Bir ışık hem en aydınlık günlerimi yaşamamı sağlarken hem de nasıl karanlığa gömebiliyor beni?
O ışık içime doğmadan önce en çok renkleri merak ediyordum. Şimdi görüyorum ki bunun da bir önemi yokmuş. İki rengi söylüyorlar sadece. Biri zaten yıllardır sahip olduğum diğeri ise yeni kavuştuğum renkler siyah- beyaz. Diğerleri önemli değil kimse için. Ama bunların dışında bir renk daha varmış, insanların sevmediği ve yok saydığı bir renk… Benim sahip olduğum ve yeni kavuştuğum renklerin birleşmiş hali. Gri. Beynime giden görüntülerden sonra bana en samimi gelen şeydi gri. O ve bu değildi bir bütündü gri. Şimdi anlıyorum neden sevilmediğini. Bir bütün olmak yerine tek başlarına olmak istiyor insanlar. Tek, güçlü ve acımasız. Bu benim yeni hayatım ve bundan kaçıp belirsizlikte kaybolamam. Sonu olmayan bu kabusta öylece oturup grinin yaşamımıza girmesini bekleyemem. Evet tanrı bir ışık yaktı dünyayı görebilmem için ama bu öylece bir ışık değildi. Karşılığında kendi dünyamı verdiğim bir ışıktı ve bu dünyada yolumu belirleyen bir ışık.
– Büşra Yıldırım