Güneşli bir sabaha gözlerini açan Müzeyyen, göğsünde hissettiği ağırlıkla yatakta doğruldu. Eksik, eksik, eksik diye geçirdi içinden. Bir şeyler eksikti, hem de çok fazla eksikti. Müzeyyen, elleriyle bacaklarını kontrol etti, iki tane olduklarını anlayınca derin bir nefes aldı. Ayak parmaklarını saydı, on tane; el parmaklarını saydı, on tane. O zaman bu hissettiği eksiklik neydi?
Yataktan kalkıp hızlıca evi gezmeye başladı, eksik olan neyse onu bulmalı, bu kötü histen kurtulmalıydı. Oturma odasını en ince ayrıntısına kadar inceledi ama eksik olan hiçbir şey yoktu. Zaten odada çok fazla eşya yoktu ki: iki kişilik bir koltuk, önünde sehpa, sehpanın üstünde de güneş görmediği için saksıda solmuş çiçek.
Hissettiği eksikliği yalnızlığıyla bağdaştırmaya çalıştı ama Müzeyyen, çok uzun zamandır yalnızdı. Annesini hiç tanımamıştı, babası vardı ama varlığını Müzeyyen’e hiç hissettirememişti. Arkadaşlarını düşündü. Her gördüğünde selam veren karşı komşusu arkadaşı sayılır mıydı? Gerçi adamın ismini dahi bilmiyordu. Zaten bildiği bir gerçekle tekrar sarsıldı: Müzeyyen’in hiç arkadaşı yoktu.
Bu hissettiği his nefesini daraltıyor, boğuyordu Müzeyyen’i. “Neyim eksik?” diye mırıldandı. “Zaten sahip olduğum bir şey yok, neyim eksik olabilir?”
Küçük ve karanlık olan mutfağına ilerledi. Çekmeceleri açıp içindekileri saydı: çatallar tam, kaşıklar tam, tabaklar da tam. Burada da eksik yoktu. Müzeyyen deliriyor muydu?
Ellerini başının arasına alıp evin içinde turlamaya başladı. Eksik bir şeyler vardı. Bu eksiklik çok rahatsız edici ve acı vericiydi.
“Tanrım, yardım et bana.” Bir yandan kendisiyle konuşuyor, bir yandan da evinin üç adımlık koridorunda volta atıyordu. Koridordaki aynanın önünden düşünceli bir şekilde geçerken fark ettiği şeyle yavaşladı. Ağır adımlarla aynanın önünde durdu ve sertçe yutkundu. Aynaya, bedeninin olması gereken yerdeki boşluğa dolu gözlerle baktı.
Sonunda hissettiği eksiklik yok olmuştu.
Müzeyyen eksikliği bulmuştu.
Eksik olan kendisiydi.
– Samira Delal Parlak