Yıldızlar gökyüzüne dizildiği saatlerde kahve kapısının gıcırtısı daha çok duyulurdu. Aynı saatlerde, aynı sokak taşlarına basıp, dedelerinin ruhlarını incitmekten korkarak bir tüneli andıran sokaklardan geçerdi insanlar. Meydandaki tek sokak lambasının altından bir türkü mırıldanarak yürürlerdi.
-Cumhurbaşkanı Turgut Özal Türkiye’nin eninde sonunda Avrupa Birliğine gireceğini söyledi. Cumhurbaşkanı yaptığı açılış konuşmasında “Sevgili Vatandaşlarım, Türkiye artık bir daha 80 öncesine dönmeyecektir. Türkiye çağ atlamıştır. Ülkemiz ekonomik olarak kalkınacak ve bölgede istikrar unsuru olacaktır. Sovyetler Birliği dağıldı; bu, ülkemiz için 300 yılda bir gelecek fırsattır. Yakında seçim var, vatandaşlarımın istikrardan yana oy kullanacağından eminim” dedi.
-Len, Memet kime bascen sen reyini
-Ben bu sefer reyimi Demirel’e vercem
-Niden len, hani sen Anavatancıydın
-Ooolum Şevki görmüyon mu, adam tütün baş fiyetini ne verilerse beş lira fazla vercem diyo. Anam dinim belleniyo ben tarlada çalışırken. Anavatan, düşük fiyet veriyo tütünlere. Bu sefer Dermirkırat dicem ben.
-Len, kimin parasını kime veriyo, senin benim param deelmi.
-Ben anlamam gardeşim, ben hakkımı istiyom.
-Şırnak’ta terör örgütü Pkk ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada iki er şehit oldu. Gece geç vakitlerde üs bölgesine yapılan hain saldırıda Ramazan Yiğit ve Ahmet Şahin isimli iki er şehit düştü. Teröristler gece karanlığından faydalanıp kaçtılar. Bölgede teröristleri yakalamak için operasyonlar aralıksız devam ediyor.
-Benim Oğlan da Şırnak’ta vuruldu. Cenazesini törenle getirdile. Vali, Garnizon komutanı geldi, en öne onların yanına oturttula beni.
-Len kapatın şu televizyonu. Bulamazla sadıcım bulamazla. Adam sabah esnaf, akşam eline silah alıyo.
Kahveci Ali, sobaya iki meşe odunu attı. Odunlar önce zor sığdı, sonra alevler hırsla yuttu meşeleri. Küt diye bir ses geldi sobadan. Odunlar iyice oturdu. Soba boruları tavana ince tellerle tutturulmuştu. Zemin tahtaları yer yer açılmıştı. Çay ocağının bulunduğu yer, bel hizasında duvarla çevriliydi. Tezgâhta dumanı tüten su kazanı, üstünde iki tane mavi renkli büyük demlik. Elektrikler çok sık kesilirdi köyde. Pencere duvarında bir lüks duruyordu. Duvarda diyanet takvimi çakılıydı, takvimin yanında geyik resimli kırmızı bir halı.
Kapı açılınca içeri soğuk bir rüzgâr doldu. Sarkık yeşil ceketi ve solgun sarı yeleğiyle Musa içeri girdi. Musa yatsı namazından geliyordu. Âdetiydi, namazdan sonra kahveye gelir iki kupa çay içer yarım saat sohbet eder eve giderdi.
-Musa sen kime bascen reyini sandıkta len. İki ton tütün yaptın, belki kararın denişir.
Musa, gümüş yüzüğü ile oynadı önce, hacı takkesini çıkarıp masaya koydu, avucunu büsbütün yüzüne gezdirdi, sakalını sıvazladı, büyük bir hakikati dillendirmenin verdiği güvenle:
-Ben Müslüman adamım, her zaman Erbakan Hoca. Masonlara oy yok. Erbakan sonuna kadaa. Hafteye ilçe meydanına geliyo. Bi dolmuş tutcez, gitcez biz.
-Meydanda topladıla bizi. Hep şehit babaları vaadı. Valinin odasına çıktık. Biree madalya vedile bize. Oğlunuz vatan için şehit oldu dedile.
-Yok, ben Anap’a veecem reyimi. Bu eskile geldi mi sokakla gine garışcek. Ecevit, Demirel gavgasından ne çekti memleket, anarşistle dolaa gine sokaklara. Ne diyo Özal: İstikra, istikra.
-Sen kime vercen reyini İsmail? Gerçi…
İsmail arkalarına bastığı yumurta topuklu ayakkabısının içinde ayağını gezdirdi, tesbihini bir iki oynattı, hilal şeklindeki bıyıklarına dokunarak çay kupasından bir yudum içti. Bardağı yerine koyarken mika çay tabağından tık diye bir ses geldi.
-Kim gelmiş, kim gitmiş bilmem ben. Biz, sokaklarda barikatlarda az kavga etmedik, bayrak inmez, vatan bölünmez. Ben ölünceye kadar Türkeş’ten başkasına oy vermem. Bu ellerim gitmez.
-Önce, elinden yemiş kurşunu bizim oğlan, ama durmamış, kenara çekilmemiş. Sonuna kadaa savaşmış. Pusu kurmuşla bunlara garanlıkta. Tim komutanı asteğmenle görüştüm. O dedi, bizim oğlan öne atılmış bütün timi kurtarmış. İkinci gurşun galbinden girmiş. Hiç acı çekmemiş, hemen ruhunu teslim etmiş.
-Ya, Veli Dayı her gün aynı şeyi diyon.
-Yok oolum ilk defa deyiveriyom bunları size.
– Tahsin gelmedi mi daha. Geç galdı azcık. Gelse de bir dakılsak.
– O, sülaleden beri… Dedesi köyden çıkan ilk zabit. Hah göründü. Ge, bakam Tahsin. Gonuşmasını bilmiyo bu sizin Erdal İnönü ya.
Tahsin, kapıyı usulca kapattı, üstü başı düzgündü, saçları taralıydı. Sandalyeyi oturmak için geri çekti. İki yana sallanıp yerleşti sandalyeye.
-Siz gülün bakam. Emeğimiz sömürülüyo faşist hükümetle tarafından. Amarika ordan fiyatı kulağımıza fısıldıyo biz de kabul ediyoz. Böyle sesinizi çıkarmayın daha çok sömürülürsünüz. Hep artı değer….
-Her akşam bir şeyle diyosun, biz anlamıyozki…
Sesler birbirine karışıp uzadı. Kahvenin solgun ışığı pencereden dışarı düşüyor, insanlar kıpırdadıkça toprakta belirsiz resimler çiziyordu. Tabandaki tahtaların yıllar içinde biraz daha açılıyordu. Halıdaki geyikler belli belirsiz oynadı. Dışarıdaki dut ağacının dalları rüzgarla sallandı, gecenin serinliğiyle avlu kapıları ürperdi. Derenin sesi yavaşça köyün üstünü örttü. Dar pencerelerdeki ışıklar birer birer kayboluyordu.
– Harun Doğruyol
Güzel yerel bir hikaye. sanmayın ki kurgu. Gerçeğin ta kendisi. Ağzına, yüreğine sağlık Harun Hocam, tütüncünün bilinmeyen, anlatılmayan yanık hikayesini çok güzel ortaya koymuşsun. Sadece olayları dinlemiyor adeta kaydediyormuşsun. İnsanı alıp götürüyor eski zamanlara ve gerçekliğin ta içine. Nice güzel hikayeler bekliyoruz senden. Sevgi ve saygılarımla.
teşekkür ederim hocam 90’lı yıllar gençtik ve çok şeye şahit olduk. yazanlar yaşadıkları çağın tanığıdır. belki yıllar sonra insanlar bu hikayeye bakıp köy kahvesinde neler konuşulduğunu öğrenirler.