Bulutların üstünde uyuyamayan ben, titreşime karşın eşikleri son rıhtımda keskinleşmiş bir halde yılan taklidi yapmakta doyasıya, bir evcil balina sırtında ki evinde tömbekesini içen adam gibi ama bakarsan, belki de zıvana yok kat’iyen delilik değil ve böyle gider durur diplere zeka.
Bir tekerlekli beygirin üzerine iliştirilmiş, düşmesin diye ince iple sıkıca bağlanmış. Dudaklarımdan ıslak ıslak boğazından aşağıya çok uzaklara ve oradan ay ışığına ama şimdi değil henüz yolun sonunda ve belki gün ışığına yetiştiğinde onu çok berrak bir son beklememekte ama çıkış kapısının olduğunu bilmek onu avutuyorken başka ihtimallerin konu başlığı olmasının reelde ne önemi var, hangi vakit gözlerini kapasan tüm görebildiğin patlayan ışıklar ama çok iddiasız.
Nüans edilebilmesi sadece sizin hangi gözle ve/yahut ne kadar titiz gördüğünüze eşit olan detaydır. Çünkü bu dünyada, kimse için cennet bilir kare değildir ve insanlık şahsi acılarını kendi içinde yaşar, onun emride bir şekilde taşınır. Suratlara baktığınızda bunu görmeye başlarsanız sokak, iş yerleri, telefonlar, baktığınız her mekan konsepti iç burkan detaylarla doludur, ya da sizin burkulacak bir içiniz varsa onu burkacak ayrıntı çoktur.
İnsan bir şekilde kedini ifade etmek ister. Ama hiçbir şekilde bunu tam anlamıyla dillendirip, dallandırıp, budaklandıramaz. Peki insanlık ne yapıyor, sadece konuşmaya çalışıyor. Temcit pilavını bilir misiniz? Çok kullanılır hem kendi hem adı bizde anca kendimizi ifade etmek adına bunu öne sürüyoruz, sürekli “konuşmak” . Tamam konuşalım. Hadi anlat bakalım ne derdin var? Anlattı anlattı insan dinledi dinledi insan.
Anlaştılar mı sözde evet. Ama eve gitti keşke bunu da deseydin bu yalanını da yüzüne vursaydım der durur beynini yer. Bunu yapamayın ben yukarda ki yazımda ‘’hayatımın bu dönemimde hayalle gerçeğin arasında ki farkın ağzımda bıraktığı acıyla savaşıyorum’’. Beni tanıyanlar bazılarını anlıyor ama asla tam anlamıyla sen burda bunu demek istemişsin diyemiyor. İnsanlar bırakın sizi çözmeye çalışsın…
– Tuğçe Tozbay