’’Sayın Hâkim, ben ahlaksızlık ettiysem sebebi hayatımdaki insanların, dahası korkunç insanların fazlalığındandır. Evet, evet eminim. Eğer alçaklık ettiysem bu, hınca hınç üstüme gelen insanlarla ne yapacağımı bilemememden kaynaklanıyor. Öyle fazla, öyle dehşet vericiler ki etrafımda karanlıktan bir ordu oluşturup bana saldırmaya, hayata tutunan ve son kalmış cılız köklerimi de toprağından kazımaya çalışıyorlar. Her birinin derdi, isteği ve tutkusu için göze alabileceği soysuzluklar o kadar farklı ki… İnanın bana sayın hâkim, keşke, ben keşke kör ve sağır olsaydım. O zaman en azından huzur içinde yaşar giderdim. Kaldırabileceğimden çok daha fazla ruh peşimden koşuyor. İşte ben de bu yüzden, yolumdan sapıp günahlar işlemeye başladım. Sabahtan akşama dek kötü düşünceler peşimi bırakmıyor, çokluğumu azaltmak için yapacağım zararlı işler gözümün önünden gitmiyordu. Eğer ben sırf bu yüzden suçlu isem, o halde bir şeref yoksununun işlediği suçlarla aynı kefeye koyulabilecek bir zaaf değildir benimkisi. Soylu, en azından zarif bir şöhret suçu işledim ben. Caddelerin kaldırımlarına gölgesi düşen çatıların altında yürümekten bıktığım anda görünmez olamayacağımı anlamıştım zaten. Ne şekilde olursa olsun insanlarım benimle geliyor, el ele tutuşup coşkuyla zihnimi öldürmeye çalışıyordu. O halde Sayın Hâkim, peki ya onların, beni seven tüm o halkın hiç mi suçu yoktur? Meşhur olduğum ilk anda adımı sokaklarda söyleyip peşimden koşan ve gizliden gizliye beni boğmaya çalışan tüm bu insanların hiç mi suçu yoktur? Öyle aciz, öyle ürkek bir biçimde evde saklanmak zorunda kalırken ruhumu sakinleştirebilecek tek şey; yapacağım ahlaksızlıkların gerçekçi birer yansımasını zihnimde kurgulayıp kendimi içine atmaktı. İnanın bana Sayın Hâkim, fazla güneşin yakıp soldurduğu çiçekler kadar masumum ve siz, benden davacı olan siz, kaldırıma düşmüş yaprağım için adeta güneş yerine beni suçluyorsunuz. Bu adaletsizliğin elbette akla uygun bir yanı yoktur. Ancak hayır, kimseyi suçlamak benim haddime değildir. Bugün burada bana ne ceza verilirse verilsin kendimi doğanın yasalarına teslim edip hükmümü tüm erdemliliğimle kabul edeceğim. Evet, yanlış duymadınız. Henüz dava sonuçlanmadan ilk celsede ben kazandım. Şu an burada başıma her şey gelebilir, eğer hapis yatmak gerekirse yüce bir şekilde kararı kabullenip ve hatta seve seve onu yerine getireceğim. Yalnızca şunu soruyorum sizlere, madem beni öldürmek için peşimden gezinip duracak ve o pis bakışlarınızı habis bir kundakçı gibi üzerimden çekmeyecektiniz, o halde neden meşhur ettiniz? Şan ve şöhretle para kazanmamı sağlarken aslında hep düşlediğiniz son bu muydu? Yazık, şu toplumun hepsine yazık! Oysaki ben, yüzümün iffetini, onun o bazı anlarda belirginleşen çehresinin masumluğunu size sattım. Sırf sizin suratlarınız öznelliğini koruyabilsin diye, aslında her ne kadar komik gelebilirse de kamu hizmeti olarak şan şöhrete battım. Karşılığında ise işlediğim ufak tefek zevk suçları için, tazeliğimi koruyabilmenin tek yolu olan bu masum davranışlarım için dava ediliyorum öyle mi? Sayın Hâkim, cezamı tez elden kesin. Artık benim bu nankör hayranlarıma gösterecek tek bir surat ifadem kalmamıştır, oynadığım tüm film ve diziler de yayından kaldırılsın. Beni bu hale sizler getirdiniz!’’
– Senur Ünver