Sabaha yaklaşılan vakit, horozların ufaktan hazırlık yaptığı, müminlerin namaza duracağı, şehir hayatının temposunu kaldıran insanların işe gideceği, köylerde yaşayanların ise toprakta bire bin katacakları günün arifesi oluyordu.

Sıradan insanların bu gibi işlerle uğraştığı vakitlerde pek de sıradan olmayan insanlar vardı ki yaptıkları ya da yapacakları şeylere pek akıl sır erdirilemez. Bu insanlar, diğer insanlar kadar kolay ya da zor gülmeyebilir. Bir başka deyişle diğer insanlar gibi zor mutlu olan insanlar da olmayabilirler. Bu insanların nerede, ne zaman, nasıl tepki vereceği gerçekten hiç ama hiç belli olmaz.

Sıradan insanların arasında uzun süredir yaşayan pek de sıradan olmayan Savaş Barış da böyle biriydi. Savaş Barış, küçük yaşlardan beri ailesinin, akrabalarının, arkadaşlarının ve de yaşadığı toplumun ona dayattığı biçimde yol almıştı. Sıradan olmayan bu beyefendinin pek de sıradan olan hayatı bizlere makul gelse de onun içini devamlı huzursuz ediyordu.

Savaş Barış öyle bir yer hayal ediyordu ki…  Yemyeşil ovaların yanı başındaki pınarlara dallarıyla selam durmuş dut, kayısı, şeftali ağaçları… Pınarın yön değiştirdiği yerde boylu boyunca uzanıp sonbahar vakti bulundukları yeri sararmış manzaraya çevirecek ince, uzun kavak, servi, çam ağaçları… Ve tüm bu kalabalığın bir adım ötesinde yalnız ve hür biçimde, tek başına, onu bekleyen koca çınar…

Bu beyefendi bunları düşünürken sıradan hayatının sıradan monotonluğu içinde cep telefonu çaldı. Arayan patronu olan zat-ı muhteremdi.

-Alo, buyrun efendim?

-Savaş Bey, bugün iş yerine geldiğinizde direk yanıma uğrayın. Sizinle konuşacaklarım var.

-Peki efendim, dedi. Savaş Barış.

Telefon görüşmesi çok da uzun sürmedi. İçinde hal, hatır gibi ifadeler de yoktu. Zaten Savaş Barış’ın da buna aldırış ettiği yoktu. Fakat bu kadar umarsız bir insanın bile ara sıra aklına bir karpuz kabuğu düşebilirdi. Sahi ne söyleyecekti zat-ı muhterem?

Tüm bu gelişmeleri son dakika adlı KJ ile merak uyandıracak biçimde duyurduktan sonra beyefendinin işe gitmek için hazırlanışına tanık oluyoruz. Kendisi çok da mütevazi sayılamayacak biçimde, gayet şık bir gömlek, altında lacivert pantolon ve de lacivert-füme arası sayılabilecek ekose ceket ile hazırlığını rüküşlüğe düşmeden tamamladı. Zira bu rüküşlüğe düşse toplum tarafından pek tabi ayıplanabilirdi. Yaşadığı topluma buna yapmaya hakkı yoktu.

Sıradan yaşamına ayak uydurabilecek ölçüden daha da fazlası olan sıradan olmayan otomobiline binip iş yerine gitmek üzere yola çıktı.

Az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti. Nice gökdelenlerin ve rezidansları kenarlarında barındıran duble yollardan geçtikten sonra nihayet iş yerine varabildi.

Kapıdan girerken ceplerini boşalttı. Metal eşyalarını dedektörün yan tarafına bıraktıktan sonra geçişini tamamladı. Sorunsuz bir şekilde içeri girebildi beyefendi. Asansöre yönelerek zat-ı muhteremin odasının bulunduğu kata doğru çevirdi rotasını. Henüz bir saati dört kişi paylaşıp her birine pay düşmediği çeyrek vakitten önce vardı zat-ı muhteremin odasına. Usulca kapıyı çaldı beyefendi. Beklenilen ses, duyulduktan sonra içeri adımını attı.

– Hoş geldin, dedi zat-ı muhterem..

-Hoşbulduk efendim, dedi beyefendi.

-Nereden başlayacağımı bilmiyorum ama galiba artık seninle yolumuzu ayırmamız gerekiyor, dedi zat-ı muhterem.

Hiçbir şey söylemeden kafa salladı beyefendi. Bu sallama öyle salla başını, al maaşını durumunu içeren bir sallama da değildi. Bir çeşit şoktan mıdır bilinmez ama bu sıkıcı hayattan kurtulmuştu şimdi.

Şimdi ne yapmalı diye düşünürken cadde boyu yürüdü. Nice sokak satıcısının ve de işsizin yanından geçti. Mutluluğun formülünü bulan bilgeler gibi aptalca sırıtarak yürüdü, durdu.

Bu yürüyüş günler sürdü. sürekli gezdi, tozdu.

Günün birinde çıtır simitlerin serili olduğu bir tepsi gördü. Karnının çok acıktığını hissedip simitçiye yaklaştı.

-Bir simit lütfen!, diyebildi satıcıya.

Simidin parasını vermek için elini cebine attığında acı gerçekle yüzleşti. Cebinde bir kutu kağıt mendil ve boş bir cüzdandan başka bir şey yoktu. Simidi simitçiye verip hızla oradan uzaklaştı.

Özgürlüğe erişilen sıradan olmayan hayatının ilk günlerinde sıradan ya da sıradan olmayan tüm insanların yapmak zorunda olduğu şeyi hesaba katmamıştı Savaş Barış.

Sahi şimdi nasıl doygunluğa erişir biçimde tok karnına hayaller kurabilecekti?

 

– Çağatay Türe

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: