Galata zaptiye karakoluna zaptiye amiri Mehmet Fettah Bey’in
maiyetindeki askerlerden biri geldi. Koşar adımlarla ikinci kattaki Müstantik
Vahdet Rıza Bey’in odasına girdi. Vahdet Rıza Bey İstanbul’un en meşhur
müstantiklerindendi. Bilhassa Osman Sabri Bey gibi ismi iyilik ve tecrübeyle
yad edilen bir adamdı.
Vahdet Rıza Bey orta boylu, alaca gözlü, göz kapakları yarı kapalı bir
adamdı. Kalın bıyıklarından üst dudağını göremezdiniz. Tek camlı
gözlüğünü çıkararak askere neden geldiğini sordu.
“Efendim Fettah Bey size bu pusulayı vermemi rica etti.” Vahdet Rıza Bey
gözlüğünü tekrar takarak pusulayı okudu.
“Kıymetli dostum Vahdet Rıza
İki gün evvel ihbar olunan antikacı Mustafa Münir Bey’in merdiven
korkuluğu üzerinden düşmesi veçhiyle vuku bulan kazaya dair na’şı
mütalaa eden tabipler Münir Bey’in kafasının arkasındaki yara emaresinin
düşmek suretiyle değil de darp yemek suretiyle meydana geldiğini tavzih
ettiler. Badehu zevceleri Nedamet Hanım ve kayınbiraderi Servet Bey’e
yaptığımız istintak neticesi Servet Bey maznun-u katil olarak Münir Bey’in
ticaret yaptığı asilzade Atıf Kemal Bey’i dava eylediler. Evde bir askerimizi
bırakmak veçhiyle Atıf Kemal Bey’in hanesine gittiğimizde kendinin
hanesinde bulunmadığını ve validesi gaip olduğunu ifade eylediler. Vakanın
bu merhalesinden itibaren muhtaç-ı muavenet-i mücerrep
bulunduğumuzdan an karib’üz-zaman Beşiktaş’a gelmenizi rica ederiz.
Zaptiye Amiri Mehmet Fettah
Fî 5 Eylül 1313”
Vahdet Rıza Bey bu mektup üzerine hemen raporları kütüphanesine kaldırıp
yola koyuldu. Yaklaşık yarım saat sonra Beşiktaş’a vardığında Mehmet
Fettah Bey askerleriyle yolda beklemekteydi. Fettah Bey meşhur pelerininin
içinde yalnızca kafası görünmek suretiyle kayıkçıları seyrediyordu. Burma
bıyıklarını düzeltip araba yoluna döndüğünde Vahdet Rıza Bey’in landosunu
gördü. Vahdet Rıza Bey redingotunun düğmelerini açarak arabadan indi.
Fettah Bey’le tokalaşıp konuşmaya başladılar. Vahdet Rıza Bey dedi ki;
“Mesele nedir?”
“Atıf Bey’i bulamadık.”
“Konaktan başka bir yere baktınız mı?”
“Hayır. Malumundur bizler üniformalıyız. Bizim bir mahalde görünmemiz
şüphe uyandırıyor. Bu sebepten seni çağırttım.”
“Mektubu okuduğumda çok şeyler gözüme battı. Evvela merdivenden düştü
denilen adam sonradan muayyen biri tarafından katledilmiş oluyor. Şimdi
Atıf Bey de muhakkak itimat ettiği bir dostunun yanındadır. Bu adamın
kimlerle muarefesi olduğunu bilir misin?”
“Gazetelerden okuduğum bir Cihan zade Fethi Bey var.”
“Artık Fethi Bey’in evinde olmadığını biliyoruz. Bu adamın evi nerededir?”
“Beyoğlu’nda.”
“Şu Fethi beye bir misafir olalım.”
Bu konuşma üzerine Vahdet Rıza Bey ve Fettah Bey landoya binip
Beyoğlu’na doğru yola çıktılar. Vahdet Rıza Bey yolda sigarasını tüttürüp
Fettah Bey’e döndü.
“Çok garip.”
“Nedir garip olan?”
“Sen buraya gelirken evde bir asker bıraktım demişsin.”
“Evet.”
“Peki Atıf Bey’e sizin geldiğinizi kim haber verdi?”
“Vallahi doğru söylüyorsun. Kim haber vermiş ola ki?”
“Fikrimi şimdi söylemeyeyim ki kimse maznun olmasın. Hele bir Atıf Bey’i
bulalım da…”
“Cinayetten başka birinin haberi mi vardı acaba?”
“Çok uzak bir ihtimal.”
İkindi vakti Beyoğlu’na vardılar. Fettah Bey eve uzak bir yerde durdu.
Vahdet Rıza Bey ceketini ilikleyip zili çaldı. Kapıyı ihtiyarca bir adam açtı.
Vahdet Rıza Bey’in gözlemine göre bu adam kâhya olabilirdi.
“Buyurun monşer”
“Ben zaptiye karakolundan müstantik Vahdet Rıza. Fethi bey ile konuşmak
istediğimi haber verir misiniz?”
Biraz sonra üst kattan zengin kıyafetli bir adam indi. Kırk yaşlarında,
bıyıksız, siyah gözlü bir adamdı. Bu adam Fethi Bey’in ta kendisiydi.
“Vahdet Rıza Bey hoş geldiniz. Buyurun.”
“İçeri girmeyeyim ayak üstü bir şey sual edeceğim. Refikim Fettah Bey’in
birkaç parça eşyası vardı satılmak için. Atıf Bey’i arıyorduk fakat
bulamadık.”
“Hanesi Beşiktaş’tadır.”
“Hanesinde yoklar. Kendisiyle akşama kadar irtibata geçmemiz icap ediyor.”
Fethi Bey Vahdet Rıza Bey’i biraz süzdü. Vahdet Rıza Bey serin kanlılığını
büyük bir mukavemetle muhafaza ediyordu.
“Belki İzzettin’in yanındadır.”
“İzzettin Bey’i nerede bulabiliriz?”
“Adalarda küçük bir yalısı var. Orada kime sual etseniz gösterirler.”
“Çok teşekkür ederiz. Çok minnettarız.” diyerek aceleyle Fettah Bey’in
yanına geldi.
“Adalar’da imiş.”
“Fethi hemen söyledi mi?”
“Bu gibi adamlar başını derde sokmamak için her şeyi söylerler.”
Kayıklara vardıklarında karanlık iyice çökmüştü. Adalar’dan dönüş vakti
olduğu için iki misli parayla tuttukları bir kayıkla karşıya geçtiler.
Yalının yerini kayıkçıdan öğrenip faytonla oraya vardılar. Vahdet Rıza Bey ve
Fettah Bey faytondan inip kapıya geldiler. Kapıyı çaldıklarında bizzat İzzettin
Bey açtı. İzzettin Bey’in başı açıktı.
“Vahdet Rıza Bey buyurun?”
“Atıf Bey’i görmeye geldik.”
“Atıf Kemal burada değil?”
“İzzettin Efendi sizi istintak etmeksizin şu anda tevkif edebilirim. Lütfen
çekiliniz de Atıf Bey ile konuşalım.”
İzzettin Bey başını eğerek kapıdan çekildi. Vahdet Rıza Bey yukarı kata çıktı.
Salona girdiğinde karşısına temiz yüzlü, kumral bıyıklı, gök mavisi gözlü bir
adam çıktı. Adamın çehresi o kadar güzel idi ki bir baksanız hep bakmak
isterdiniz. İnce ve tatlı bir ses ile;
“Ben de sizi bekliyordum Vahdet Rıza Bey.” dedi.
“Atıf Bey cinayet ile itham ediliyorsunuz.”
“Biliyorum. Ben de buraya bu meselenin aileme intikal etmemesi için buraya
geldim. Efendim inanınız ki bu meseleye müteallik hakkımda size söylenen
her şey bil külliye yalandır. Arzu ederseniz siz sual ediniz ben tecvip
edeyim.”
“Peki.” ikisi de oturdular. Evin hizmetçisi dört kahve getirdi. Herkes birer
sigara yaktı ve istintak başladı.
“Atıf Bey, Münir Beyle ne kadar zamandır muarefetiniz var?”
“Takriben bir buçuk sene.”
“Kendiyle hangi münasebat üzere refakat ediyordunuz?”
“Ben karib zamanda antika ticareti yapma kararı aldım. Malumunuz
Mustafa Münir Bey İstanbul’da bu işi yapan sayıca az insanlardandır.”
“Cinayet ile alakalı istintak için Fettah Bey gelirken neden kaçtığınızı
söylediniz. Peki size bunu kim haber verdi?”
Atıf Bey biraz duraksadı. Sigarasını tüttürerek konuşmaya devam etti.
“Biz gibi adamların eli kolu uzun olur Beyim.”
“Lütfen bana bir isim veriniz.”
“İsim nenize lazım efendim işte bir yerlerden geldi.”
“Atıf Bey şu vakada firarınız bile sizi tecziye eylemeye yeter de artar bile. Sizi
bir müddet taht-ı tevakkufta tutmak mecburiyetindeyiz. Bizimle karakola
kadar geliniz.”
Atıf Bey bir iki parça esvap alıp Vahdet Rıza Bey’le faytona bindiler. Vahdet
Rıza Bey yol boyunca Atıf Bey’i seyretti. Mavi gözlerine vuran loş ışık öyle bir
parıltı veriyordu ki adeta derin bir derya misali tefekküre dalmış Atıf Bey’i o
halde kim görse içini deruni bir kasvet bürürdü. Vahdet Rıza Bey Atıf Bey’e
dedi ki;
“Ecdadınızdan bahseder misiniz muhabbet edelim. Daha yolumuz uzundur.”
“Efendim bizim ecdat ta Oğuzlara kadar uzanır. En eski dedemiz Oğuz
kağanın silah ve edevatını taşırmış. Badehu fetih esnasında da Fatih’in
silahtarlığını yapan yine bizim dedemizmiş. Tanzimat’tan sonra dedem
Paris’e yerleşmiş. Ben de Paris’te tevellüt etmişim. İdadiyi orada bitirdim.
Sonra tekrar Der Saadet’e geldik. Geçen sene ticaret yapmaya karar verdim.
Avrupa’da antika ticareti iyi kazandırıyor. Burada da Münir Bey’i bulup bu
işi yapmaya başladık. Münasebetimiz o dereceye gelmişti ki evine dahi
birkaç defa davet etti.”
O sırada tekrar arabadan dışarı bakıp içini çekti. Sonra devam etti.
“Siz de anlatınız? Ben de insanların hikayelerini dinlemeyi severim.”
“Benim serüvenim ta ismimin konmasından başlar. Doğduğumda validem
ismimi Vahdet Eşref koymak istemiş. Babam ise Ahmet Rıza.”
Atıf Bey’in yüzünde istemsiz bir tebessüm belirdi.
“Sonra mutabakat sağlamışlar zahir.”
“Evet. Adımız olmuş Vahdet Rıza. Ben çocukluğumdan beri lisan öğrenmeye
pek meraktım. El hasıl elsine-i selase ve Fransızcayı sular seller gibi
öğrendim. Meslek hayatıma tercüman olarak başladım. Merhum Müstantik
Eşref Bey’e Avrupa’da mütercimlik yaptım. Sonra bazı şeyler oldu. Eşref
Bey’i kaybettim. Gözlerimin feri gitti falan filan. Sonra bir kuyumcu
vakasının hallinde yardımcı olunca bizi zaptiyeliğe sonra da müstantikliğe
terfi ettirdiler.”
Konuşmanın burasında araba durdu. Kapıyı Fettah Bey açtı.
“Haydi efendiler son durak.” ikisi de arabadan indiler. Vahdet Bey karakola
girmeden Fettah Bey’i kolundan tuttu.
“Fettah, Münir Bey’in evini temizlettirmedin değil mi?”
“Yok azizim yok müsterih ol.”
“O halde oraya yarın gidelim.”
Vahdet Bey, Fettah Bey ve Atıf Bey karakola geldiler. Atıf Bey’i herkes tanıdı.
Vahdet Bey dedi ki;
“Atıf Bey, üzerinizde ne varsa şu masaya bırakınız.”
Atıf Bey üzerinden bir paket sigara, iki kutu kibrit, bir dolma kalem, bir
Londra bileti ve bir tane çakı çıkardı. Çakıyı görünce Fettah Bey Vahdet Rıza
Beye baktı. Tabi Atıf Bey bunu fark edince dedi ki;
“Sadece tahayyüten taşıyorum Fettah Bey.”
O gece Vahdet Rıza Bey karakoldan çıkarken dış kapıda Fettah Bey’i çağırdı.
“Buyur monşer.”
“Fettah Efendi yarın Atıf Bey’in odasını da mütalaa etmek mucip-i
lüzumdur. O sebepten neş’et ailesinin uyanmaması için evine dostunun
kahyası gibi bir adamı sokmak lazım. Sen bu gece Atıf Bey’in el yazısını
almaya bak.”
“Neden?”
“Ailesine onun ağzından pusula yazmak için.”
“İyi hoş da eve hafiye sokacağımıza İzzettin’inkini göndersek olmaz mı?”
“Olmaz. İzzettin erbabı sadakat biri. Atıf’ın aleyhinde delil bulsa dahi hemen
imha ettirir. Tamam mı sen dediğimi yap.”
“Peki imza… yahut mühür?”
“Onu bulmak kolaydır. İnşallah yarın erkenden Münir Bey’in evine
gideceğiz.”
×××
Ertesi gün aynen sözleşildiği gibi Vahdet ve Fettah beyler erkenden karakola
geldiler. Vahdet Rıza Bey’in elinde mecmualarla gelmişti.
“Fettah, el yazısını alabildin mi?”
“Maalesef! Adam çok zeki.”
“Ne suretle istedin?”
“Adını kaydedeceğimi söyledim. İsmini yazmasını isteyince bana niçin siz
yazmıyorsunuz dedi.”
“Tahmin etmiştim. Şimdi beni seyret.”
Vahdet Rıza Bey Atıf Bey’in bulunduğu kısma geldi.
“Bonjour mösyö.”
“Bonjour monşer.”
Elindeki mecmualarla içeri girdi.
“Geceniz nasıl geçti?”
“Berbat. Bu ilk hapis tecrübem. Ama inanınız masum olduğumu
bilmeseydim bugün şurada böyle rahat duramazdım.”
“Birazdan Münir Beyin evine gideceğiz.” Atıf Bey biraz duraksadı. Sonra
devamen dedi ki;
“O evdekilere dikkat ediniz monşer. Pek muzır insanlardır.”
“Tembihiniz için teşekkür ederim. Neyse bu arada size birkaç mecmua
getirdim. Canınız sıkılmasın.”
“Ah mondiyü. Vahdet Bey size çok müteşekkirim.”
Vahdet Rıza Bey, Fettah Bey’i de alarak karakoldan ayrıldı. Mustafa Münir
Bey’in evine Fettah Bey’in arabasıyla gittiler. Yolda Fettah Bey merak içinde
sual etti;
“Adama ne diye mecmuaları verdin?”
“Sevabına!” diye cevap verdi Vahdet Rıza Bey. Bir saate yakın bir vakitte eve
vardılar. Kapıda Fettah Bey’in bir askeri ve içeride iki adamı vardı. Eve
girdiler. Üç gündür evden çıkamayan Servet Bey ve Nedamet Hanım üst
katta yemem salonunda kahvaltı yapıyorlardı. Vahdet Bey içeri girince ikisi
de ayağa kalktı. Vahdet Bey eliyle oturmalarını işaret etti. Vahdet Rıza Bey
Servet beye döndü.
“Servet Bey, Nedamet Hanım başınız sağ olsun.”
“Sağ olun efendim.”
“Servet Bey bana vakayı tekrar anlatabilirseniz memnun olurum.” bu sırada
Nedamet Hanım müsaade isteyerek sofradan kalkıp dışarı çıktı.
Servet Bey anlatmaya başladı.
“Efendim o gün gece yarısı hepimiz uykuya geçmiştik. Artık gece ne olduysa
bilmiyoruz. Sabah uyandık ki Münir Bey öyle köşede yatıyor. Evvelden
düştü zannettik. Meğer darp edilmiş.”
“Zaptiyeye Atıf Kemal Bey’in ismini vermişsiniz. Siz de bu şüpheyi
uyandıracak bir şey mi yaptı?”
“Efendim son zamanlarda bizim eve çok gelip gidiyordu. Hem Münir Bey ile
ticaret yaptığından belki bir sebeple aralarında husumet hasıl olmuş
olabilir.”
“Hemşirenizi çağırır mısınız?”
Servet Bey Nedamet Hanımı çağırdı. Vahdet Rıza Bey tasdik etmesi için ona
da kaydettiği ifadeyi okudu. Nitekim Nedamet Hanım da kabul etti.
“O gece evde sizden başka kim vardı.”
“Cariyemiz Zehra vardı.”
“O nerede?”
“Odasında. O daha çocuktur Beyim. On bir yaşında.”
“Bu bir şey fark ettirmez.” dedi ve salondan dışarı çıktı. Ev üç gündür aynı
vaziyette bekletiliyordu. Vahdet Rıza Bey evvela merdiven korkuluklarının
alt kattaki boşluk kısmın indi. Maktul burada yatıyordu. Bir müddet zemini
inceledi. Yerdeki kurumuş kanı fark etti. Yavaşça etrafını inceledi. Biraz
bakındıktan sonra Fettah Bey’i çağırdı.
“Bak Fettah kan lekesini görüyor musun? Maktul buraya sürüklenerek
getirilmiş. Fakat lekenin cihet-i emaresi kapıyı değil merdivenleri gösteriyor.”
“Yani ceset yukarı kattan mı taşınmış?”
“Fil hakika öyle. Zira Atıf Bey burada işi bitirmek istese idi sürüklemeye
dahi gerek kalmazdı. Peki yukarı niçin çıktı? Cevap basit Münir Bey
öldürüleceğini sezince yukarı kaçmak istedi. Bu Atıf Bey senaryosu. Sani
senaryomuz ise zaten yukarıda öldürülüp sonradan aşağı indirildi. Peki
Münir Bey yukarı kaçarken yahut katil ile boğuşurken hiç kimse bunları
işitmedi mi? Biz mütalaaya devam edelim.”
Vahdet Rıza Bey merdivenlerden yukarı çıkarken basamaklarda kurumuş
kan damlaları gördü. İzler en üst basamakta bitiyordu. Vahdet Rıza Bey
başını kaldırdı. Önünde yalnız yatak odası ve yanında Servet Bey’in odası
vardı. İçeri girdiğinde yerde kırık porselen parçalar gördü. Ayağıyla önünü
temizledi ve yatağın üzerinde bir takım elbise ile içlik çamaşır olduğunu fark
etti. “Muhtemelen maktulün esvabı…” diyerek elbiselerin içinden ceketi aldı.
Ceketin ceplerinde sigara, kibrit ve kalemden haricen buruşturulmuş bir
kâğıt buldu. Kâğıda yazılmış bir not vardı.
“Gözümün Nuru Atıf Bey
Bu yaptığınız bana zulümden başka bir şey değildir. Oysa ki ben size…”
Not buraya kadar yazılmıştı. Vahdet Bey mütalaaya devam etti. Yatağın
yanındaki konsolun çekmecesini açtı. İncelikli bir araştırmadan sonra alt
çekmecenin dibinde birkaç mektup buldu. Münir Bey’in müşterilerine ait
idiler. Odanın solunda bulunan gardırobu açtı. Zemine dizilmiş kıyafetleri
bozmadan kaldırdığında tam da oraya saklanmış bir zarf daha buldu.
“Belki de aradığım bu.” dedi içinden. Mektubu açtı.
“Lütfen artık bana mektup yollamayı bırakınız. Size asla cevap
yazmayacağım.”
“Allah Allah” dedi Vahdet Rıza Bey ve kâğıdı cebine koydu. Odadaki
mütalaası bitince merdivenlerden bir üst kata çıktı. Orada iki ve bir cumba
kısmı bulunuyordu. Odalardan biri ve cumba sokağa bakıyordu. Diğeri ise
karşı binanın duvarına. Küçük cariye Zehra bu odadaydı. Vahdet Rıza Bey
odaya girince kız toparlandı. Vahdet Rıza Bey bir sandalye çekip kızın
karşısına oturdu.
“Senin ismin Zehra mı?”
“Evet Beyim.”
“Zehra o gece evde neler oldu bana anlatır mısın?”
“Ben işleri bitirince odama geldim. Gece uyurken dışarıdan cam kırılma sesi
geldi. Çok korktum.”
“Peki sonradan alt katta yahut salonda insan sesleri işittin mi?”
“Evet evet. Merdivenlerden ayak sesleri geliyordu.”
“Tamam Zehra teşekkür ederim.”
İşi bitince aşağı yemek salonuna indi. Nedamet hanıma elindeki buruşuk
kâğıdı göstererek.
“Zevcinizin cebinde bu yarım kalmış mektubu buldum. Siz de bir
baksanıza.” Nedamet hanım mektubu okuyunca biraz sendeler gibi oldu.
Kardeşi Servet Bey vaziyeti anlayınca hemşiresini iskemleye oturttu.
“Vallahi Zabit Efendi. Vallahi bilmiyorum.” dedi ve ağlamaya başladı.
“Niçin ağlıyorsunuz? Eğer bir şey biliyorsanız lütfen söyleyiniz?” Servet lafa
atıldı.
“Zevcini kaybetmek onu çok hırpaladı da efendim.”
Vahdet Rıza Bey kâhya ile dadı kadına dönüp dedi ki;
“Benimle selamlığa gelir misiniz?”
Üçü birden selamlık kısmına geldiler. Vahdet Rıza Bey kısıl sesle sordu;
“Hadisenin vuku bulduğu gece siz de o kırılan şeyin sesini işittiniz mi?”
“Evet efendim.” dediler.
“Sonra bir şey sual ettiniz mi?” Arap kâhya cevapladı;
“Ben odamdan çıktım lakin Servet Bey bana bir şey yok vazo düştü sen
odana gir dedi.”
Dadı kadın da onu tasdik etti. Vahdet Rıza Bey biraz düşündü. Sonra hala
yemek salonunda bekleyen Fettah Bey’i çağırdı.
“Fettah buradaki mütalaamız bitti. En itimat ettiğin askerlerini burada
bırak.”
Bunu söyledikten sonra Servet Bey’in yanına geldi. Servet Bey Vahdet Rıza
Bey’in ne söyleyeceğini beklercesine bir tavır sergiledi.
“Servet Bey mütalaamız bitti. İki gün sonra davayı takrir için Zabıta
riyasetine arz edeceğiz. Bu sebepten yarın karakola getirileceksiniz ve
Müddei umumi hazretleri huzurunda istintak neticesi üzere ifade
vereceksiniz. Bu akşam hazırlık yapınız. Tekrar teşekkür ederim artık evi
temizlettirebilirsiniz.”
“Peki efendim kanaatiniz ne cihettedir?”
“Onu yarın konuşalım efendim.” dedi ve Fettah Bey ile birlikte evden çıktılar.
xxx
O gün öğlen gibi karakola vardılar. Takdir edersiniz ki Vahdet Rıza Bey
derhal Atıf Bey’in yanına geldi.
“Merhaba mösyö nasılsınız?”
“İyiyim monşer.”
“Mecmualar, havadis nasıllar?”
“İyi sualli kısımlar pek hoşuma gitti. Hakikaten erbabı zevk bir kari
imişsiniz.”
Vahdet Rıza Bey bahsedilen mecmuayı eline aldı.
“Evet bunu okuyamamıştım. Bazen zaman bulamıyoruz işten güçten.” dedi
ve aniden gözlerini büyüttü.
“Ne? Nasıl olur? Fettah Bey!” Fettah bey koşarak oraya geldi.
“Hayırdır Vahdet Efendi.”
“Şu makaleye bakınız hele.” Fettah Bey makaleye baktığında mühim bir şey
olmadığını sezdiyse de Vahdet Beyi başıyla tasdik etti.
“Vay alçaklar! Bu ne edepsizlik! Bunu derhal odama koyunuz. Bununla
ayrıca alakadar olacağım.”
Atıf Bey şaşırdı.
“Nedir efendim?”
“Hükümeti tahkir etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Neyse Atıf Bey
Münir Bey’in evini mütalaa ettik. İki gün sonra mahkeme olacak.” dedi ve
oradan ayrıldı. Oradan yukarı kata yazıhanesine çıktı. Fettah Bey onun
odasındaydı. İçeri girince Fettah Bey kendini tutamadı.
“Ya hu birader o nasıl roldür. Vallahi dayanamayıp kahkahayı
patlatacaktım.”
“Başka türlü herif uyanırdı. Neyse dur bakalım. İşte el yazısı burada. Fettah
bana bir adamını gönder. Bir de konağa kâhya diye göndereceğimiz bir
çocuk ayarla. Ama senin talebelerden şöyle sureti güzel sesi hoş olanlardan
bir tane seç.”
Çok geçmeden Fettah Bey’in bir askeri odaya girdi. Vahdet Bey dedi ki;
“Bak monşer şimdi doğruca Mustafa Münir Bey’in dükkanına gidiyorsun.
Masasında Atıf Bey’in mührünün bulunduğu bir varakayı bana getiriyorsun
tamam mı? Hadi göreyim seni.”
Asker hemen yola çıktı. Vahdet Rıza Bey el yazısını elindekilerle mukayese
etti. Mektup yazmayacağını belirten pusula ile uyuşuyordu.
Sözü uzatmayalım iki saat sonra Fettah Bey yanında yirmili yaşlarda bir
genç delikanlı ile odaya girdi. Fettah Bey
“İşte getirdim.” dedi.
“Evladım ismin ne senin?”
“Necmettin efendim.”
“Bak şimdi Necmettin şimdi sivil giyineceksin sonra bizim askerler seni Atıf
Bey’in konağına götürecekler. Sen orada kendini İzzettin Bey’in kahyası
olarak takdim edeceksin. Sual ettiklerinde Atıf Bey’in antika bir yüzüğü
Yahudi’nin birine göstermek üzere yüzüğü alman için seni gönderdiğini ve
sana yüzüğün yerini tarif ettiğini söyleyeceksin. Mühim yer burası işte. Eğer
seni içeri sokmak istemezler ise ne yap et içeri gir. Odaya girdiğinde
üzerinde Servet, Münir yahut Nedamet isimlerinin geçtiği bir pusula
arayacaksın. Şu yüzükle mektubu da al. Bu işi yapabilecek misin?”
Çocuk göğsünü gererek “Tabi yaparım efendim.” dedi.
Çocuk konağa gönderildi Vahdet Bey’in dediği gibi içeri sokulmak
istemediyse de içeri girmeyi başardı. Odada ise işi o kadar zor olmadı.
Çünkü Atıf Bey kendisine gelen pusulayı okuyunca elindeki kâğıdı konsolun
üstüne bırakıp hemen evden çıkmaya bakmıştı.
Necmettin karakola geri geldiğinde Vahdet Rıza Bey’in heyecanla ona doğru
yürüdüğünü gördü.
“Bir şey bulabildin mi evlat?”
“Evet efendim. Buyurun.”
Vahdet Rıza Bey genci alnından öptü.
“Sana bir ay izin Necmettin.” dedi.
Hemen mektubu açacaktı ki zarfın üzerinde bir yazı vardı.
“Arabacı Efendi lütfen bu pusulayı en seri surette üzerinde yazan adrese
teslim ediniz. Ücret zarfın içindedir.”
İçindeki kâğıt zarftan ayrı duruyordu. Onu da okudu;
“Atıf Bey, Servet zaptiyeye senin ismini verdi.”
Cebindeki mektuplarla bunu mukayese edince buruşuk kağıttaki yazıyla
aynı olduğunu gördü.
Hemen odasına geçip tüm delilleri toparladı. Her mütalaasında bunu
yapardı. Odasının kapısını kilitledi. Perdeleri çekip koltuğuna oturdu. Bir
sigara yakıp düşünmeye başladı.
xxx
Ertesi gün Vahdet Rıza Bey karakola dünden daha erken gelmişti. Zira o
gün Müdde-i umumi hazretleri oraya gelecekti. Bütün karakol tertip düzen
içinde Müdde-i umumiyi bekliyordu. Nihayetinde resmi araba karakolun
önünde durdu. Kapıyı açmak için Vahdet Rıza Bey öne atıldı. “Efendim hoş
geldiniz.” dedi. Müdde-i umumi;
“Hoş bulduk Vahdet Efendi. Yine bize istintak dersi vermeye çağırdın zahir.”
dedi ve tebessüm etti.
“Estağfurullah efendim ne haddimize.”
Müdde-i umumi istintak için büyük salona geçti. Vahdet Rıza Bey de
askerlere Atıf Bey’i getirmelerini rica etti. Atıf Bey salona geldi. Vahdet Rıza
Bey konuşmaya başladı.
“Mehmet İhsan oğlu Atıf Kemal Bey tüm delilleri mütalaam üzere şu neticeye
vardım ki sizin Münir Bey’in zevcesiyle hissi bir alakanız olmuş. Fakat siz bu
alakada iffetinizi muhafaza etmişsiniz. Doğru mudur?”
“Evet doğrudur.’’
“Peki bu alaka nasıl peyda oldu?’’
“Efendim ben Münir Bey’e pek çok zaman misafir oldum. Meğer her
gidişimde kadın bana biraz daha âşık oluyormuş. Bir gün yine bir iş için
evine gittim. Evde Nedamet Hanım ve biraderi vardı. Beni ağırladılar. Bir
müddet sonra Nedamet hanımla yalnız kaldık. Bana hislerini tavzih etti. Ben
hemen evden kaçtım. Bir daha da o eve misafir olmadım. Nedamet hanım
bana daima mektup yollardı. Hepsini yırtıp yakıyordum. Sonra bu hadise
vuku buldu.”
“Cinayet ile de bir alakanız bulunmadığı başından beri muayyen olsa da
neden Nedamet hanımın ismini vermediğinizi kendince size yaptığı hüsnü
muavenete bağlıyorum. Siz hakşinas bir adamsınız.”
Atıf Bey bu söz üzerine hayretini gizleyemedi.
“O pusulayı nasıl aldınız efendim?”
“Bizim de elimiz kolumuz uzundur Beyim. Hem korkmayınız. Aileniz hiçbir
şeyden şüphelenmedi.”
Müdde-i umuminin kâtibi bütün konuşmaları kaydetti. Oradaki sorgulama
sırasında Servet Bey ve Nedamet Hanım da maiyetindekiler ile karakola
getirilmişti. Atıf Bey salondan çıkarıldı. Evvela hizmetkarların sorgulaması
yapıldıktan sonra Servet Bey ve Nedamet Hanım salona getirildiler.
Yine Vahdet Rıza Bey konuşmaya başladı;
“Rasim oğlu Servet Bey ve Necmiye kızı Nedamet Hanım. Mütalaam üzere şu
neticeye vardım ki Münir Bey’in katili bizatihi Nedamet hanımdır.”
Nedamet hanım korku içinde Servet Bey’e döndü. Servet Bey masanın
önünde ayağa kalkmak istedi ise de askerler onu oturttu.
“Ne demek istiyorsunuz efendi!? Deliliniz nedir?”
“Nedamet hanımların yatak odasındaki kırık vazo parçaları her şeyi izah
ediyor. Aslında vaka hasbelkader cereyan etmiş. Şöyle anlatayım ki herkes
anlasın…” bu sırada Servet Bey birkaç defa itiraz etmek istedi. Vahdet Rıza
Bey devam etti.
“Atıf Bey ile Nedamet Hanım arasındaki hissi alaka aşikâr. Yine bir gün
Nedamet Hanım maşukuna bir mektup yazarken zevci bunu yakalamış.
Zaten Atıf Beyden sonraki tavırlarınız onu iyice şüphelendirmiş olmalı.
Kâğıdı buruşturup nereye attığınızı bilmem ama Münir Bey onu bulabilmiş.
Zaten böyle durumlarda zekâ, mantık üzere amel edemez. Size bunun
hesabını sormuş zahir. Atıf Bey’in yanına gidecek iken onu durdurmak için
tek çare kafasına vazoyu vurdunuz. Öleceğini tahmin etmiyordunuz
anlaşılan. Kocanızı durduracağınıza nefsinizi durdursaydınız ya. Servet
Bey’in zekâsı işinize çok yaramış. Hizmetkarları uyutmuş. Cesedi aşağı
beraber taşımışsınız. Ama o küçük Zehra dahi sizi işitmiş. Biraderiniz Atıf
Bey’i ihbar edince dayanamamışsınız. Şu mektubu arabacıya vermesi için
kime verdiniz? Ehemmiyeti var mı? Sokakta iki kuruş için bu işi
yapmayacak çocuk yok. Ama okuma yazması olmayan bir çocuğu bulmak
da sizin talihinizmiş. Buraya kadar anlattıklarım doğru mudur Nedamet
Hanım?”
Nedamet hanım çaresiz bir halde başını salladı. Servet Bey kız kardeşine;
“Ahmak!” dedi.
Kâtip bunları da kaydetti. Sonrasında hepsi ertesi gün ki mahkemede
muhakeme olundular. Nedamet Hanım ve Servet Bey hapse gönderildi. Atıf
Bey ise ticareti bırakıp Londra’ya gitti.
xxx
Vahdet Rıza Bey o gün mesai bitince karakoldan ayrılırken arabasına
binmekte olan Fettah Bey’e;
“Fettah baksana!” diye seslendi.
“Buyurun monşer!”
“Necmettin izinden avdet edince bana gönder. Mektubu nasıl aşırdığını
anlattıracağım.”
Fettah Bey tebessüm ederek arabasına bindi
– Abdullah KAYA