Dünya üzerinde beynini yüksek kapasitede kullanabilip düşünerek davranışlarını yapan tek varlık insandır. Dünyada insanlar dışında farklı türlerin de yaşamasına rağmen çevreye en çok zarar veren de insandır. Çoğumuz bu soruyu kendimize sorarız, “madem düşünebiliyoruz, madem ayrım yapabiliyoruz, peki neden dünyayı bu hale getiren bizleriz?” diye. İşte insanlık dediğimiz konu bu noktada başlıyor.
Gelişen teknoloji, insan gücünün azalması, insan hayatını kolaylaştıracak icatların yapılması ve evrenin sırrının çözülmeye başlanması, her ne kadar insanlık ve çevrenin yararına olsa da küçümsenemeyecek kadar çoklukta kötülükler de getirmektedir. Fakat sorunun kaynak noktası bilim ve teknolojinin gelişmesi değildir. Gelişen bilim ve teknolojiyi insanların kendi çıkarlarına giden yolda kullanmasıdır. İnsanlar, dünyanın daha iyi bir hal alması için gelinen noktayı asıl amacı “kendisi” zannederek dünya zararına kullanmaya başlamıştır. Çoğu yerde kendileri olmazsa çevrenin var olamayacağı düşüncesine kapılmıştır. Fakat bilmemiz gereken ve çoğu insan tarafından unutulmuş bir şey vardır. “İnsanların dünyasına sahip değiliz, dünyanın sahip olduğu insanlarız.”.
Gelişen bilim ve teknoloji insanı kibre, aç gözlülüğe ve bencilliğe öyle sürükledi ki bırakın diğer canlıları, insanları unutarak kararlarını almaya başladı. Sadece kendi varlığını düşünerek bazı şeylere daha fazla sahip olma tutkusuyla çoğu canlının varlığını hiçe saydı. Dünyada her yıl binlerce tür kayboluyor. Tarım ve ormanlık arazilerinin tahrip edilip yerine binaların yapılması birçok canlının yaşam alanını kısıtlıyor. İnsanlar o kadar vurdumduymaz ki kendi yaşam alanlarını yok ettiğinin, kendi türünün sonunu getirdiğinin farkına varamıyor. Gelişmesi gereken ve uyandırılması zorunlu olan şey yalnızca çevre bilinci değildir. Asıl gelişmesi gereken insanlık bilincidir. Unutulan, kaybolan değerlerin geri gelmesi, merhamet duygusunun tekrar canlandırılması yalnızca çevre bilincini değil, dünya bilincini geri getirecektir. Çoğu insan ne yaptığını, ne yediğini, ne içtiğini gün içinde hatırlamıyor, hatta hatırlama gereksinimi duymuyor. Peki, dünya dışında, çevre dışında -çevre dediğimiz şey yalnızca bitki ve hayvanlardan değil insanlardan da ibarettir- bu kadar önemli olan nedir?
İnsanları bu acımasızlığa ve hırsa sürükleyen şey nedir? İnsanın gereğinden fazla sahip olduğu hırsı ve haberi olmadan girdiği yarıştır. İnsanlar kendi güzelliklerine olan düşkünlüğünden çevrenin güzelliğinin farkına varamıyor ve bunları önemsemiyor. Geçici olarak görünen ve kadim olmadığını kendisinin de bildiği şeyler için mücadele veriyor. Bunu yaparken de kendinden başka bir şeyi görmüyor.
Kim teknoloji gelişti insanlık öldü derse yalan söyler. Bundan yüzyıllar önce yine insanlar vardı. Bu zamanki teknoloji olmasa bile çağına ayak uyduran bir teknolojiye sahipti. Ama o zaman insanlık ölmedi ya da kimse kendisi için bütün insanlığı hiçe saymadı. Şartlar aynı olmayabilir, ama unutmamamız gereken bir şey var ki; insanlık aynı, verdiğimiz mücadele aynı ve yaşadığımız dünya aynı. Değişenin biz olduğu apaçık ortada. Bizim yaptıklarımız, bizim duygularımız, bizim isteklerimiz değiştiği için bu hale geldik. Kavuşmak istediklerimiz sevgi, barış, huzur ve beraberlikten çıkıp, çoğu zaman mutlu olmadığımızı bile bile yaptığımız işe ve gözümüzü bürüyen hırsa dönüştüğü için bu haldeyiz.
Sokakta oynayan çocuklar görünce, camda oturan yaşlıları görünce neden duygusallaşır insan? Ya da bir insan tamamen iyi niyetiyle yaklaşan birini gördüğü zaman neden içi kıpır kıpır olur? İşte asıl aramamız gereken cevaplar buradadır. Biz dünyanın insanlarıyız ve bizim yapmamız gereken en önemli şey dünyanın bize verdiği bütün emanetleri korumak. İnsanı, hayvanı, bitkiyi, taşı, toprağı, denizi. Bu dünya içinde barındırdığı her şeyle birlikle bize emanet. İçinde yaşayan yusufçuktan, içimizde yaşayan Yusuflara, üstünde yaşadığımız topraktan, insanlığa hizmet eden Topraklara, yanıyormuş gibi görünen ateş böceklerinden, acılardan ciğeri yanan her insanla beraber bu dünya bize emanet.
Âşık Veysel’in “Benim sadık yârim kara topraktır.” sözünü duyduğumuz zaman hepimiz içerleniriz ve aklımıza ölüm gelir. Fakat Âşık Veysel’in bu sözünde almamız gereken asıl mesaj fedakarlıktır. Sevdiğinizi toprak yaşatır, karnınızı toprak doyurur, sizi toprak büyütür ve sizi toprak sarar. Unutmayın! Uğruna can vereceğiniz insanlar, uğruna birçok şeyden vazgeçeceğiniz ziynetler, hepsi toprak var olduğu için var oluyorlar. Sen sevdiğini yaşatmak için ölürsün ama toprağını yaşatmazsan, ne sevdiğin kalır, ne ziynetin ne de senin varlığın. O zaman seninle beraber dünya da ölür.
Ey insanlar! Bu dünyada düşünebilen tek varlık olarak sana emanet edilen bu çevreye sahip çık. Dünya üzerinde yaptığın her şeyi bütün çevren için yap. Unutma, doğa bilim olmadan, teknoloji olmadan ve en önemlisi sen olmadan da ayaktaydı. Dünyanın ne bana ne de sana ihtiyacı var. Ama bizim sevgimize, bizim merhametimize, bizim şefkatimize çok ihtiyacı var. Elini kalbine koy ve bütün insanlığı geçir aklından, kendine söz ver. “Bu dünya, bu çevre bana emanet, benim sevgim bütün dünyaya emanet.”
– Musa TEKİN