Dokundum boşluğa
Duydum seni,
susuyordun.
Büyük mercekli teleskoplarla incelediğimiz galaksiler, yıldızlar ve gezegenler değildir. Kendimize bakıyoruz oysa, vücudumuza ve görkemli kişiliklerimize. İnsanlığa dair kalan her zerreye ise mikroskopla bakan gözler aranıyor kutsal kitapların ilan sayfalarında. Hadi öyleyse kim bulursa kadim olan sırrı, haber versin diğerlerine. Toplumsal Sözleşme’miz olsun bu da.
Ben Milattan öncesine bakarım, siz de sonrasına, dağılırsak çabuk buluruz dedim onlara. Ancak duyulmadı söylediklerim, herkes koşup İsa’ya sordu. Duydular ve sakladılar sırrı benden. Taptılar ve kutsandılar. Bense dokundum boşluğa, duydum seni, susuyordun.
Sıfırın içindeydi her şey,
her vücut, her masal
ve her kitap
dişler ve dişiler de.
Kovulduğumuz yere dönmek için ağır bedeller ödüyoruz. O yasaklı meyvenin tadı hangimizin damağında değil söyleyin? Krallar ve peygamberler şahit ki ordulardan başka bir şey olmadık, kaleler ve şehirler yıkan. Anne sütünden içmişlik bile unutturmadı o tadı bize. Bir hükümle bin cellat şimdi sokaklarımızda. Asfalt dökülmüş her yolun altında kalan toprağı hatırladı ayaklarımız. Böylece sır, yol buldu kendine ayaklarımızdan kanımıza kadar. Artık gördüğünüz her soylu dilenciye sadaka verin ki Tanrı kraliçeyi korusun. Seyyah olan ben, arıyordum sırrı yine de. Mağaralarda nice tomarlar okudum, papirüslere ve ceylan derilerine kazınmıştı bazıları. Umudum tükenip yorgun düşünce ben, gözlerimi kapadım kainata. Kurtçuklar ilk ısırığı alırken cesedimden, anladım ki sıfırın içindeydi her şey, her vücut, her masal ve her kitap; dişler ve dişiler de.
Sonra ne büyüktü
ne de patlamaydı
o an
Ol’an.
Dirildim. Öptüm ve alnımla dokundum alametlerine. Soracak bir yaşamlık sorularım vardı ama sormadım. Cevap açıktı ve birdi. Bir’e baktım. Sustum ve fısıltıları dinledim. Öğrenince güldüm kahkahalarla, sırdı bu. Sonra ne büyüktü, ne de patlamaydı, o an, Ol’an.
– Çekdar Aközel