Bir yoldan geçtim ve dünyayı farkettim.  Dünyanın güzelliklerini, güneşin vurduğu buz kaplı yolların parlayışını, bir iki ay öncesine kadar yemyeşil olan, kuşların, böceklerin, çiçeklerin evi olan yerleri şimdi bembeyaz görünce ağaçların yalnızlığına tanık oldum. Yaprakları sürekli dökülüp yeniden çıkardı, çiçeklerle, meyvelerle kaplanırdı, dallarından kuşlar eksik olmazdı ama şimdi yapayalnız, dallarındaki yapraklar bile onu terk etmiş ama o hala durduğu yerde sapasağlam durmaya devam ediyor. Ufak tefek köylerdeki, ufak tefek evlerin içinde yaşanan koskocaman hikayeleri merak ettim. Her evin içinde yaşayan herkesin kendine has bir hikayesi vardı ve bu çok enteresandı, en az ‘enteresan’ kelimesinin kendisi kadar enteresandı. Yolda gördüğüm her su birikintisine bir okyanus sığdırdım kendi kendime ki bu da oldukça enteresan çünkü ben şimdiye kadar hiç okyanus görmedim. “Hiçbir şeyin kendisi imgesi kadar güzel olamaz” önermesine dayanarak söylüyorum ki benim zihnimde o su birikintisine sığdırdığım her bir okyanus imgesi, dünyadaki tüm okyanuslardan daha yüce çünkü o benim zihnimde ve sadece bana has. Bir şeyi güzel kılan, onun size özel olmasıdır bence. Bir şey ne kadar size özelse o kadar seversiniz. ‘Benimsemek, sahiplenmek, özdeşleşmek…’ ne derseniz deyin buna, ben şahsen bir isim vermiyorum bu da bana özel bir durum olsun. Ben bu yolculuk esnasında, gökyüzüne daha önce hiç bu kadar dolu dolu bakmadığımı da farkettim. Altında durduğumuz gökyüzünü hiç umursamadan ona hiçbir anlam sığdırmadan boş boş bakmamız ne kadar acınası sizce? Bence en az üzerinden durduğumuz zemini sadece ‘ayağımızın altında bulunduğu’ düşüncesiyle sınırlandırmak kadar acınası. Bir tabloya boş boş bakıp ‘tablo işte, orada öylece duruyor’ demek kadar acınası. O tablonun hikayesini, anlattıklarını, düşündürdüklerini, hissettirdiklerini neden umursamıyoruz? Neden tek umursadığımız para, mevki, itibar, prestij gibi basit ve  kişiden kişiye göre değişen ama herkesçe aynı şeyler? Önceliklerimiz bizim şuan bulunduğumuz durumun nedenini açıklar. Neye öncelik verirseniz bulunduğunuz durum ondan kaynaklıdır.

 

“Kötü olan dünya değil, dünyalılar” dedim kendi kendime. Çünkü dünya yapması gereken her şeyi yapıyordu zaten ama biz insanlar hep başka bir insan tarafından yapmak zorunda bırakıldığımız şeyleri yapmakla yetiniyorduk. Ne kadar çok ‘yapmak’ dedim lan oha. Neyse üslubumu çirkinleştirmenin eşiğine geldiğimi varsayarak anlatmak istediklerimi anlatmaya başlamaya karar verdim. Dünyayı yaşanamayacak bir hale gelene kadar kirletmek, üzerinde durduğunuz halıyı ateşe vermek gibi. O halı yandıkça siz de yanacaksınız ve kaçabileceğiniz başka bir yer maalesef yok. İnsanlar dünyayı olduğu gibi değil, olmasını istedikleri gibi görüyorlar. Bu da bize yanılgıyı getiren yegane şey aslında. Gerçekleri görmemekte ısrarcıyız. Olanı, olduğu gibi kabullenmekte o kadar zorlanıyoruz ki hala etrafımızdaki her şeyi, herkesi değiştirmek ve kendi isteklerimiz doğrultusunda deforme etmek gibi yanlışlar yanlışı bir çabamız var. Bu yazıyı nereye bağlayacağımı merak ediyorsanız ben cevabını veriyim. Hiçbir yere. Çünkü çok fazla şeyden bahsettim ve konu bütünlüğü sağlamak sandığınızdan daha zor en azından benim için. Her neyse umarım yazdığım bu yazıyı sırf birileri görüp geçsin diye yazmıyorumdur. Mesaj verme kaygım falan yok ben sadece, sizlerin yüzüne bir şeyleri çarparsam belki fark edersiniz diye uğraşıyorum çünkü benim, yüzüme çarpılmadıkça gerçekleri görememek gibi bir huyum var ve ben bir insanım en azından bence öyleyim. Dünyayı korumamız gerektiği gerçeğiyle karşı karşıyayız ama herkes kafasını çevirip başka yöne bakıyor. Kafanızı kaldırın ve gerçeğin tam gözlerinin içine doğru bakın. Korkmayın, üşenmeyin, sadece üzerinize düşeni yapın ve daha sonra gerçeğe tekrar bir bakış atın. Bu defa o kadar da korkutucu olmadığını göreceksiniz.

 

– Emirhan Şimşek

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: