Yaşıtlarına göre boyu daha geriden giden ufak tefek sıska bir çocuktu Habibe. Neredeyse onu tartan baskülden bile daha hafifti…! Çoğu zaman karnı doymadan kalkardı sofradan. Zaten karnı doyasıya yemek yemesinden haz edecek bir kimsesi de yoktu zavallının.

Sekiz yaşında idi Habibe anneannesi ile dedesinin yanına geldiğinde. Gelişinden ne anneannesi ile dedesi ne de aynı avlunun içinde fakat farklı bir çatının altında yaşayan dayısı ve karısı memnun kalmıştı. Hiçbir zaman zoraki olarak katlanılan bir sığıntıdan öteye gitmedi Habibe’nin o evdeki varlığı…!

İncitmekten çekinmezlerdi onu. En ufak bir hata yaptığında hemen yüzüne vururlardı kabahatini tüm çıplaklığı ile. İşte bu yüzden sakarlık yapmaktan çok korkardı Habibe. Evin en değersiz eşyasına istemeden vereceği en küçük bir zarar bile elinin ayağına dolanmasına, iyice ufalıp sıskalaşmasına yeter de artardı! Ürkek bir serçe gibi tir tir titrerdi o zaman Habibe! İşlediği kabahate şahit olan anneannesi, dedesi, dayısı, dayısının karısı hatta kuzenleri bile çoğu zaman hep bir ağızdan bağırıp iyice sindirirlerdi onu. Gururundan ağlamazdı çoğu zaman ama gözlerine dolan yaşlara da engel olamazdı. Her seferinde dişlerini dudaklarına sımsıkı geçirip kanatana kadar bastırırdı. Kanasında dudaklarındaki acı yüreğindeki acıyı, ezikliği bastırsın diye. Gözyaşlarını tutabilsin diye…!

Aslında birkaç yıl öncesine kadar komşu köylerden birinde annesi ve babası ile birlikte yaşıyordu Habibe. O zamanlarda çok mutlu bir çocuk olduğu söylenemezdi Habibe’nin. Ancak her şeye rağmen yine de bugünkünden daha iyiydi hayatı. Hiç değilse annesi ile babası vardı yanında. Birbirlerini sevmeseler de kızlarını severlerdi ikisi de.

Komşu köyde yaşadıkları yıllarda Habibe ile annesi ara sıra anneannesi ile dedesini ziyarete gelirlerdi. Bazı zamanlar babası da gelirdi onlarla. Bu ziyaretler sırasında birkaç gün anneannesi ile dedesinin evinde kaldıkları da olurdu.

O zamanlar Habibe’nin gelişi mutlulukla karşılanırdı bu evde. Anneannesi her gelişlerinde höşmerim yapardı onun için. Höşmerim en çok sevdiği tatlı idi Habibe’nin; bazen ocağın başında duran anneannesinin yanına dikilip yaşlı kadının tereyağını kavuruşunu, unu yağa yavaş yavaş yedirişini izlerdi Habibe. Her seferinde kafasını kaldırıp anneannesine bakar ‘‘Ben de yapabilir miyim anneanne?’’ diye sorardı. ‘‘Azıcık büyü sende yaparsın,’’ derdi anneannesi. Ardından Habibe yeni bir soru sorardı. ‘‘Peki ya ben ne zaman büyüyeceğim?’’ ‘‘Höşmerimi yiyince!’’ derdi anneannesi gülerek.

Bazı gelişlerinde yatmadan önce kına yakardı anneannesi ellerine Habibe’nin. Çapıt eskileri ile ellerini sıkı sıkı bağlardı kına gece yatağa dökülüp saçılmasın diye. Sabah olunca da birlikte tulumbanın başına gidip kınanın kırmızısı iyice ortaya çıkana dek ellerini yıkardı küçük kızın. Bayılırdı Habibe kına kokusuna. Yeşilinden arınmış avuçlarını burnuna götürüp derin derin koklardı…

Anneannesi ile dedesinin Habibe’nin ölen annesini de sayarsak dört çocuğu vardı. Üçü kız birisi oğlandı çocuklarının. En büyükleri Habibe’nin ölen annesi, en küçükleri de dayısı idi. Kızları komşu köylere gelin etmiş anneannesi ile dedesi birer birer. Oğlanı yani dayısını da yanlarında tutmuşlar ocağımızı tüttürsün diye. Kaderde ne olacağı belli olmaz, ölüm olur zulüm olur soyumuz kesilir diyerek on sekiz yaşına girer girmez evlendirmişler dayısını.

İki oğlu bir de kızı vardı dayısının. Yetim kalıp yanlarında yaşamaya başlamadan önce çok da fena değildi dayısının çocukları ile Habibe’nin arası. Habibe’nin annesi ile birlikte köye yaptığı ziyaretlerden en çok dayısının çocukları mutlu olurdu. Ortak kullanılan avlunun içinde hep beraber yakalambaç oynamaya bayılırdı hepside. Bazen ip atlarlardı. Bazen de avlunun ortasındaki vişne ağacına tırmanırlardı… Lakin birlikte yaşamaya başladıktan sonra her şey hızla değişti. Onlarda tepeden bakar oldular Habibe’ye.

Yetişkinlerin bile bu kadar acımasız olabildiği bu dünyada dayısının çocukları da zaman zaman oldukça kötüleşebiliyorlardı Habibe’ye karşı. Bir keresinde tulumbanın dibinde yakaladıkları bir hamam böceğini Habibe’ye zorla yedirmeye kalkacak kadar zalimleşmişlerdi. Ağlaya ağlaya kurtulmuştu küçük kız ellerinden. Anneannesi ile dedesine sığınmıştı çaresizce. Ne anneannesi, ne dedesi, ne de dayısı, hiç kimse inanmamıştı onun söylediklerine. Gözyaşlarına aldırmadan yalancılıkla suçlamışlardı onu. Yanlarına giderken biliyordu aslında küçük kız hiç birisinin de ona sahip çıkmayacağını. Ne yapsın? Çaresizdi işte zavallı…

En çok canını yakansa sevgisizlikti Habibe’nin. Dayısının karısı kuzenlerinin saçlarını tarayıp örerken içten içe garipserdi yüreği. Hatta bir keresinde gizli gizli onları izlerken yengesi onu fark edip ‘‘Ne oldu kıskandın mı? Küçük sığıntı,’’ demişti. Yüreğini daha da acıtmıştı bu söz Habibe’nin. Gerçektende kıskanmıştı kuzenini. O an kuzeninin yerinde olabilmeyi ne çok isterdi Habibe.

Hayat Habibe’ye iyice çekilmez olduğu zamanlarda evin ıssız bir köşesine çekilip hayal kurardı Habibe. En çok sevdiği şeydi hayal kurmak. Çünkü biliyordu ki hiçbir gerçek hayalinde yaşayabileceği bir mutluluğa engel olamazdı. Annesi ile babasını düşünürdü o vakitlerde. Annesinin ona söylediği şarkıları mırıldanırdı bazen. Bazen de babasının ona öğrettiği komik tekerlemeleri…

Annesi ile babası Habibe’nin sevgilerine en fazla ihtiyaç duyduğu bir vakitte göçüp gitmişlerdi bu dünyadan. Her zamanki kavgalarından birini yaparken babası cinnet geçirip önce annesinin sonrada kendisinin canına kıymıştı…!

Bazı geceler merak edip düşünürdü Habibe. Acaba babası gökyüzünde bir yerlerde ardında bıraktığı bu küçük kızı görüp pişmanlık duyuyor muydu? İnsan kendi canından, kendi kanından birine, öp öz çocuğuna böyle bir şeyi nasıl yapardı? Hiç mi düşünmemişti bu iki cana kıyarken küçük kızını. Hayatta bir başına ne yapardı? Ne ederdi? Kim sahip çıkardı bu körpe kuzuya? Sahip çıkan olsa bile tutar mıydı anasının babasının yerini…? Küçüktü Habibe çok küçüktü. Ama tüm bunları düşünebilecek kadar da erken büyümüştü.

Anneannesi ile dedesi işte bu yüzden istememişlerdi Habibe’yi. Kızlarının katilinin çocuğuna bakmak canlarını acıtıyordu. Onu torunları olarak değil de katil damatlarının çocuğu olarak görüyorlardı. Oysa ne suçu vardı Habibe’nin. Babası yalnızca anneannesi ile dedesinin kızlarını mı öldürmüştü? Habibe’nin de annesini öldürmüştü. Ama Habibe’den başka bunu düşünen yoktu. Tıpkı Habibe’yi düşünen olmadığı gibi…!

 

– Dr. Kadihan YALÇIN

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: