Sussam
İçimin cehennemini nasıl söndürebilirdim bir zamanlar
Bir çilekâra savurdum kıvılcımlarımı,
Bir kadın tarif etti ince uzun çocuklarla örülü
Vardım
Ekmek kadar sıcak yüzünden okunuyor geçmişin derin yara izleri
Önce Gözleri tuttu gözlerimi
Sonra Gülüşü bağladı dilimi
Akrep yelkovanı alt etti
ay güneşle kavga halinde
dakikalar saatle fena boğuşuyor
Zaman kayıp
Günler oyalanıyor
Ve Sıkıntılarıyla bizim olan şehirden dökülmek boşunaydı
Çünkü ninem avuç tasında taşırdı bizleri
Taşırmazdı
Öyle kolay ki şimdi aşklarımız
düşlerimiz yasaklı
Kalem yanlış anlaşılmaktan korkuyor
Silgi tedirgince koşturuyor düzeltmeye
Kalemtraş biçiyor acımadan
Her biçilmede bilinmiyorum
Bileniyorum
Şimdi daha iyi karalıyorum kaderin beyaz sayfalarını
Ve Kararıyorum gittikçe
İstemeyerek
Ve şehrin yalnızlıklar çarşısına yol ararken
birden siyah soğuk taşları canlandıran kadın
bir taş yuvarladı içimizin karanlık dipsiz kuyusuna
Dil mahkûm
gözler acayip gizleniyor
yürek göğüsten fırlayacak gibi
Ve daha ilk muharebesinde aşkın
Korku kapımızı çalıyor
Almıyor…
– Selçuk Yaldız
Yürü göğsüne yüreğinden başka muska takmadan…Şiir yürekli Gara çocuk.