Kendime kırgınlığım bir aynanın parçalanmasıyla başladı aslında. Kulağa ne kadar da saçma geliyor değil mi? İçinizden, parçalanan kalp mi sanki neden bu kadar büyütüyorsun, diyorsunuz. Ya da bir ayna ne kadar kırabilir bir insanı diye düşünce deryasına dalıyorsunuz, hayır mantıklı bir sebepte bulamıyorsunuz, hissediyorum.
O zaman şöyle bir bahsedeyim, önceleri ağladığımda aynanın karşına geçer kendime bakardım, bütün yüz hatlarımı incelerdim. Kendimi sevebileceğim bir köşe bulmaya çalışırdım kısacası. Bulamadıkça daha da çaba harcar bütün insani hisleri aynada sergilemeye çalışırdım. Bazen severdim kendimi bazen sevmeyi geçin tanıyamazdım bile aynadan yansıyan görüntümü … Ağlardım sonra, neden ağladığımı bilmeden bakardım bakardım ve iç sesim birden aynadan yansıyan görüntünün içine geçerdi. Telkinlere başlardı, ağlamanın saçma olduğunu söyler dururdu bu sesin büründüğü, siluet … Siz de sanki bu denileni duymamışçasına daha da içli ağlamaya devam edersiniz sonra musluğa eliniz gider suyun tazyikini artırır ağlama sesinizi ve karşındaki o iç sesi bastırmaya çalışırsınız. Olmaz, olmaz bastıramazsınız. Pes eder, o içli ağlama halini akıp giden suya teslim edersiniz. Kan tutmuş gözleriniz kızarmış yüzünüzle aynanın karşında olmamayı tercih edersiniz.
Yine bir gün aşıksınız mesela, çok ama. Dolup taşmışsınız ,anlatmanız gerekenler birikmiş düğüm olmuş boğazınıza. Yine geçersiniz bir ayna karşına ve sevdiğiniz adama, kadına anlamak istedikleriniz ne ise bahsetmeye başlarsınız. O aşkı kondurduğunuz kişi sizi izliyormuşçasına konuşur konuşur durursunuz. Aynadaki gözlere bakmaya korkarsınız. Bir miktar iç rahatlığı bir miktar aşıkken ki sizi görmenin tuhaflığıyla aynayı boşluğa terk edip gidersiniz.
Kendinize güç vermek istediğinizde, bu sen değilsin diye haykırmak istediğinizde, her sabah uyandığınızda, sarhoş olduğunuzda, kahkaha attığınızda, kısacası o anı kapsayan tek bir duyguda bir vücutken, tek bir yüz varken o aynada kendinizi görürsünüz/gördüğünüzü sanırsınız.
Boşluğun hızlıca yer edindiği, ruhumun kasvetinin bedenimi esir aldığı yüzü incelemek için geçmiştim o gün aynanın karşısına. Tozluydu ayna kendimi göremedim. Göremedim boş bakan gözlerimi ve sonra temizlemeye çalıştım aynayı, Sildim, sildiğim yerde parmak izim kaldı yine yine net değildi gözlerim. Kızdım küstüm bu halime. Aynada nasıl ki gözlerim tozdan görünmüyorsa ruhumun boşluğunda da böyleydi bu gözler emindim artık. Baktığı halde görememesi ne kadar kötüymüş meğer insanının. Buğulu soğuk geçmişin üzerine sıcak nefesimi üflemiştim o gün artık daha da görünmez olmuştu önümdekiler…
Sevmemiştim işte bu tozlu, parmak izi kalmış gözleri. Gülmemeye ant içmiş kelepçeli dudaklarımı, gerilmiş çatık kaşlarımı sevmemiştim. Ve aynayı ittim, kaçmak istedim kendimden. Ayna parçalandı. Toplamak istemedim başta. Görmek istemedim bir kez daha kendimi. Kırık parçaları izledim bir süre. İzledim izledim… Toplamam gerekti etrafı .Bütün parçaları koydum karşıma, bir araya getirdim. Ne yazık ki kaçarken birdim ,şuan birkaç ben vardı karşımda. Birçok yüzüm vardı hepsi bana bakıyor ve ben batağın içine gömüldükçe gömülüyor, nefesimi kontrol edemiyordum. İşte tam o gün kırıldım kendime ve şunu fark ettim o anlarda :
En gerçek yüzünü parçalanmış bir aynada görüyormuşsun , her parçada farklı bir sen varmış meğer. Kaçamaya çalıştıkça içindeki o birçok sen yakana daha çok yapışıyormuş. Geriye kalanlarsa: Bir ayna, bir yüz, bir çok ben…
– Ahsen Tuğçe Saçtı