Hatırlıyor musun?
Bir gün demiştim sana;
“Sen başka biriyle evleneceksin. Ben başka biriyle..!”
Belki yalan söyleyeceğim karıma, bu şiiri de sana yazmadığıma dair.
Sense kocanla mutlu mesut yaşarken bir kağıt daha tükenecekti defterimden.
O kağıt ki, tekrar tekrar zai olacaktı gözyaşlarımla buruşup bir gece yarıları kokularında…
Bu kadar acı veriyorsa hiç dokunmadan birini sevmek,
Kim bilir dokunsam tahayyûl bile edemezdim demek.
Eğer yoksa cebimizde iki satır mektubu yarım bıraktığımız sevdanın vuslatı,
Öyleyse bu aşk neden?
Bir gün şiirlerimin bile bilmediği bir yere gidersem.
Gidenler ki, hep küskün giderler yeraltına.
Granit kayalara yazılsın isterim yüreğimin anıtları.
Şiirlerim okunsun…
Yosun ve deniz koksun mezarım.
Bir de dörtlük olsun, herkesin bildiği…
Bilirim cennetlik bir adamdan sayılmam orası mâlüm.
Acaba cehennem kavuşturur mu bizi bilmem?
Ben en iyi kavuşturucunun ateş olduğunu bilirim yalnız.
Külleşmek ise acılarının dinişi…
Yüreğimde ki vurgundan bilirim.
Hiç bir suyun söndüremediği bir ateşte yandım çünkü.
Küllerimizden doğmak varsa eğer,
Bu yangınlar niye?
Vurgunlar niye?
Kervan göçtü çöl deveyi sormadı.
Bu çöl niye?
Ferhat dağları deldi niye?
Bu aşk niye?
Ara sıra buğulanıyor gözlerim çayın buğusuyla.
Eski gelmelerin geliyor gözlerime.
Gitmen bile güzeldi senin oysa.
Yine kabuk tutmayan bir yarayı sarmaya çalışıyor ellerim.
Soğuk bir deniz gibi mâzinin yanaklarından akıyor kanım.
Düşünüyorumda bir neşter kadar keskinmiş gülüşlerin.
Kader, bize karın tokluğuna zorunlu bir öğünde dünden kalmış isteksiz bir yemek gibi soframıza konulmuş sanki.
Keder, bu yemeğin tuzu…
Hüzünse, bilgisayarlardan Hard diskle beynimizin Flash’ına kolayca yüklenmiş gibi öyle Error ve Antivürüs’süz.
Yağmur ise, bulutlardan yağan bir ‘özlem’ derdim Hz.Mikail’i bilmesem.
Asıl yağmur yüreğimizde sanki…
Yamanacak yeri kalmamış yırtılan eski bir yamalık elbise gibi hayallerimiz.
Ütüsüz bir gömlek gibi tedirginiz ve tedbirleyiz…
Düşlerimiz bile dümdüz, heyecansız…
Gözlerimiz ise, kış güneşi gibi soluk ve soğuk.
Sanki bu sonuncu sonbaharımız gibi…
Sonbaharımızı toplayıp gidecekmiş gibiyiz…
Öyleyse böyle yarım ve yamalak bir hayatta bu aşk neden?
Neden sever herkes?
Sonunda öleceğini bilmez mi herkes?
Bu aşk neden?
Elbet bir şiir biter ve kadın gider.
Şair dizeleri öldürür, yapraklar ağaçlarını…
Dökülmezse yaprakları ağaçlarından utanır orman.
Nisan gözlerini silerken muttasıl kaçar eylül ekime.
Güller de dökülür ardından.
Bülbül de ölür, sevgi de…
Hele elden gelirse teselli,
Kalan sadece, artık nemli bir gözlerle yaralı bir mâzi…
Öyleyse bu aşk neden?
Ekmeği sever gibi sevmek neden?
Su gibi özlemek neden?
Belki geçer sanırsın böğrüne saplanan o sancıyı.
Haklısın, belki geçer ama.
Öyle geçer böyle geçer, deşer de geçer…
Nasıl geçerse bir mermi yüreğinden, öyle geçer.
Nasıl geçerse bir demir lokma boğazından, öyle geçer.
Elbet geçer bir zaman, saatlerin midesine girdigin zaman.
Mezarlıkta geçer ancak zaman…
Öyleyse bu aşk neden?
– Ömer Altıntaş
Mim Durağı kitabının yazarı