son paramla aldığım biletimi sımsıkı tutuyorum. cebimde sadece bozuklar kaldı.
bir bunaltı çöküyor.
tren saatini bekliyorum. kalkış saatinin 01.00 olduğu yazıyor bilette. parmağı kesik eldivenlerim, sırt çantam, Harley Davidson botlarım, uzun siyah kabanım, hepsi bu manzara için seçilmiş gibi. şarjım bitmek üzere, internet çok az çekiyor. bu kril alfabesiyle yazılmış tabelalardan bi halt anlamıyorum. istasyon neredeyse tamamen ıssız. yaşlı bir kadını, bir de hamilelik sonrası kilolarını verememiş bir anneyle minik oğlu var. tepede ortası beyaz, akreple yelkovanı ince bir çizgi halinde davasa bir saat. ortasında kocaman ROLEX yazıyor, kraliyet amblemi var üzerinde. uzaklarda istasyon şefiyle bir çöpçü sigara içiyor, ben bekliyorum… kadınımdan uzun süredir haber alamamışım, yüzünün detaylarını, alnının çizgilerini unutayazmışım. daha büyük dertlerle o anki dertlerin nötralize edilmesi, sönümlenmesi gibi, ne olduğunu bilmediğim daha büyük bir derdim var gibi hissediyorum. bu bana ihanet hissi veriyor.
birkaç kere kadınımın adını tekrar ediyorum içimden, sanki söylemezsem aklımdan uçuverecekmiş gibi. sadece iki tane sigaram kalmış, o da buralarda bulabildiğim berbat Rothmans slim.
bekliyorum. kadınımı düşünüyorum, bacasından duman çıkan sıcak, mutlu bir ev hayal ediyorum. çocuğum olsaydı neye benzerdi diye yersiz ve zamansız bir düşünce geçiyor aklımdan.
parasızlığımı ve mekansızlığımı hatırlıyorum. tercih edilmiş, bu nedenle de şikayet hakkı bulunmayan yalnızlığımı. içime bir bunaltı basıyor. şu an birkaç deste banknotum olsaydı neler yapabileceğimi düşünüyorum. belki bir araba kiralardım. güzel bir yemek yerdim, bir kadeh şarap, fazla değil.
seni görmek için yeterince cesaretim de olurdu belki, üzerinde bir takım rakamlar yazan kağıt parçalarının yardımıyla.
ama o an hatırlıyorum.
dünyadaki hiçbir merkez bankası, ellerinin sıcaklığını satın alabilecek bir banknot basmadı henüz,,
– Enver ELLİALTIOĞLU