Belki de sevginin ne olduğu bilmediğimdendir bugün yaşadığım saçmalıklar. Bir roman kahramanının hikayesi üzerimi örtse bile kurtulmak imkansız bu soğuktan. Çok uzun zaman önce bir apartmanın çatısında öylece sessizce durmuş, hayatın ne olduğunu anlama çabalarına girmiştim. Herkes kadar, hiçkimse kadar. İçten içe acı çektiğimin farkındayım. Belki de sayısını unuttuğum bira şişelerinin kısa vadeli getirisidir bunlar. Her ne olursa işte. Durup düşündüm o gün. Buna mecbur musun yani? İçlerde bir yerde ‘’Değilsin abi, siktir git buradan, kaç. Önünde engel mi var? Altı üstü 19’lu yaşlarda bir çocuksun, yapmadığın şey değil. Sadece geri dönemeyeceksin o kadar…’’ cevabı gelmiyor değil ama bir şey var! Ben buna mezarlık diyorum, siz kütüphane de diyebilirsiniz. Çok etiksiniz ya! Ama şehirde o kadar ışık var ki, düşüncelerime engel oluyor. Şehriniz büyük bir savaşta bozguna uğrasa, hiç insan kalmasa, paranız, hazineniz kalmasa bile mezarlıklar sizin o şehri terketmemeniz için iyi bir neden olabilir. Standart 2 metre derinliğinde mezarlık ölçüsü, içinde bir adet beden, hatıra, anı… Kaçamazsınız. Belki de ben kaçamıyorumdur. Bir kız vardı, beni kendi savaşımdan uzaklaştıracak kadar güçlü bir kız. Gerçi eskiden çok şey vardı. Hatta bir gece vakti uzaktan gören birisinin intihar olarak algılayabileceği bir durumdayken bile yalnızdım. Bayağı bildiğin yalnızdım işte. Yalnızlık bu hayattaki en güzel şey belki de. Ben seviyorum yani, dostum olmasın, düşüneceğim birisi olmasın. Aklımdan kimsenin nefes alışı bile geçmesin, orman olsun oralar, insan olmasın. İnsan pek tabii yalancıdır. İnsanlara inanamam. Neyse, ne anlatıyordum ben, ha bira. İşte geziyorum yani ya. İçimde her cenazede söylenen aynı sözler var. Hiç değişmezler, hep aynıdır. Bu yüzden imamların işi kolaydır. Ben kendi mezarlığımın imamıyım. Ama hiçbir cesede aynı duayı okumadım. Ben dua da bilmem de neyse işte.
O gün, apartmanın çatısında bir yere varamayacağımı anladığım an indim. Sokak karanlıktı, geziyordum tek başına. Tek başına değildim aslında çünkü sokak çocuklarını çok iyi tanırdım. Sokak çocuk doğurmaz, sokağın şovalyeleri olur. Ben hepsini severdim. Bu yüzden geceleri korkmazdım, beni devletten daha güçlü bir şey koruyordu… Çocuklar… Büyük ihtimalle herhangi bir bina arkasında birileri sevişiyor ya da uyuşturucu kullanıyor. Bir şehrin ruhu olmak nedir bilir misiniz? Ben de bilmezdim, o ana kadar. Her apartmanın çıkıntılarında, köşelerinde, belki apartman çatılarındaki insanlar benim varlığımı farketmeseler de hissedebiliyordu. Hiçbiri için hedef olamazdım, hedef olamayacak kadar yakındım onlara. Uzun yollardan geçerken bir ruhtan farksızdım işte. Cemil vardı. Cemil o çocukların en safıydı. Halası bana öğretmenlik yapmıştı ama sonra ne olduysa Cemil ailesini kaybetmiş, çocuk yurduna verilmişti. O da kaçmıştı haliyle, çocuğun yurdu mu olurmuş? Kaç babam kaç… Sonra da bizim mahalle taraflarında bir yerdeki çocuklarla takılmaya başlamıştı işte. Babam çocuklara Cemil’e iyi davranmalarını tembih etmişti. Yoksa İsmail onları dövecekti. İsmail benim bu arada, merhaba. Babam bana hiçbir zaman iyi davranmamıştı. Öyle bir baba değildi. Sert, rekabetçi babaydı. Benim de onun gibi olmamı istiyordu. Olamadım. Onun gözünde kız gibi biriymişim; ince, kavga sevmeyen kırılgan birisi. Cemil’i kıskanırdım bazen. Cemil o gün beni gördü. Ses çıkarmadan yanına yaklaştım, sigaraya başlamıştı çok belliydi. O koku, genç yaşta dişlerinin sararması gözümden kaçmadı. Daha ‘’sigaraya mı başladın lan sen?’’ demeye kalmadan başıyla uzakta bir yeri işaret etti. Anlamadım. Biraz bakındıktan sonra bir kızın öylece kaldırımda oturduğunu farkettim. Hayat kadını olduğunu düşünsem de olmadığı açıktı. Giyiniş tarzı, duruşu, saçları hiç benzemiyordu. Yaşı da yetmezdi zaten. Merak etmeye başlamıştım. Cemil de öyle. Küçük arkadaşımın omuzuna dokunup bir ihtiyacı olup olmadığını sordum. Her zamanki gibi paraya ihtiyacı vardı, verdim.
“Merhaba, siz kimsiniz?”
“Ne fark eder? İsmimi soruyorsanız Leyla.”
“Leyla öldü.”
“Anlamadım?”
“Yok yani Leyla öldü onu diyorum. Bir ihtiyacınız falan var mı?”
“Evet var. Sarılalım, sonra birkaç gün takılalım ayrılalım. Hepsi bu.”
Şaşırdım. Gerçekten de öyle oldu. Sarıldık, gecenin karanlığında birisinin benim gibi olduğunu düşündüm. Geldiğim yol ile geri döndük beraber. Sokakta farklı birisini görmek sokak çocuklarını uykularından etmiş olmalı ki merakla baktılar. Hepsine durumu açıklamak zaman alacağı için hiçbir şey demeden yürüdüm. Bana güvendikleri için ters bir şey olmadığını anlayıp geri uyumaya devam etmişlerdi. Leyla onları görmedi tabii, onlar benim görebildiğim çocuklardı. Cemil hariç, onun görevi görünmekti. Babama görünmekle başladığı görevini en başarılı şekilde devam ettiriyordu…
Birkaç saat içinde hakkında çok fazla şey öğrendim. Konuşmadan bile bir şeyleri anlayabiliyordum. Sigara içiş şekli, ince parmaklar, ucuz ama yakışan şık kıyafet seçimi, parfümü her şeyi anlatıyordu. Tipik babasından sevgi görmeyen, sevgilisinden istediği şeyi alamayan, hikayesi büyük bir insan… Acılarla yaşayabilirim. Biraz daha geçtikten sonra onun hakkında çoğu şeyi biliyordum artık. O da Leyla’yı biliyordu. Neden öldüğünü, neden beni sevdiğini, neden hayatta olduğunu. Leyla, Leylayı biliyordu. Birkaç gün takıldık. Evdekiler mahallede dolaştığımı bildiği için geceleri uğramadığım günlerde pek evham etmezdi. 4 gece birlikte geçirdik. Her şeyini anlattı. Bir ara ona aşık olduğumu düşünmüştüm. Ama onunla tanıştığım ilk gün onunla ayrılacağım günü kafamda senaryolaştırmış, durmadan senaryoyu yaşamıştım. Fazla acı çekmemek için hep bunu yaparım. Tüm olasılıkları senaryolaştırdıktan sonra onları yaşarım kafamda. Böylece gerçekleştiğinde daha az acı çekerim. Beşinci gün artık kız mahalle çocukları için bile güvenilir bir kişi olmuştu. Herkes onun en azından ismini, benimle takıldığını bilir ona göre saygı gösterirdi. Saygı dediğim yani hırsızlar çantasını falan çalmayı bile düşünmez, diğerleri de para istemezdi.
O gün beni aradı, ‘’gel konuşalım.’’ dedi. Sen Schopenhauer seviyorsun, “kirpi ikilemi“ni de biliyorsundur. Hani şu “kanatmayacak kadar uzak, üşümeyecek kadar yakın olun“ deyimi falan var ya hani.
“Evet, biliyorum.”
“Gitmem lazım bu gece.”
Bugünün olacağını biliyordum. Hatta aradığı an niyetini anlamıştım. Üzüldüğümü belli etmemem lazımdı, ne de olsa beni bunun için sevmişti, ben duygusuzdum, kuyu gibiydim. Sadece taşını atman yeterdi… Dipsiz bir kuyu…
“Git o zaman! Gideceğin yerin sokak çocuklarına benden bahset. Seni bir daha göremeyeceğim için bunu söylememde bir sakınca yok. Sana aşık oldum ama seni hiçbir zaman sevmeyeceğim.”
“Biliyorum, ben de seni seviyorum.”
Öpüştük… Gidiyorum dediği andan itibaren 1.5- 2 saat sadece birlikte bir sokak arasında öpüştük, sarıldık. Çocukların baktığını farkediyordum, seviniyorlardı. Ama sonlara geldiğimin farkındaydım. Gerçek bir sona. Leyla ile yaşamadığım bir sonu başka bir Leyla ile yaşayıp hikayeyi tamamlıyordum. Hayatım bir puzzledan farksız.
“Git, bu çocuklar seni sevdi. Eminim diğerleri de sevecektir.”
“Benim gitmem lazım. Bir romanın var, onu tamamla ama hiçbir zaman beni ekleme oraya. Benim gibi birisini tanımadın sen. Şiirlerinde de olmak istemiyorum. Sana bu kadar anıyı yüklediğim için üzgünüm. Birisinin canını acıtmam gerekiyordu.”
“Git Leyla.”
O gece gitti. Yürüyerek ilk buluştuğumuz yoldan gitti. Onu ilk gördüğüm yere kadar birlikte yürüdük. İçimdeki mezarlığa birisinin tabutunu taşır gibi. Günlerdir o mezarlığı kazıyordum… Ama ona kızgın değildim. Yaptığı şey bencillik bile değildi. Hepimiz öleceğiz, hiçbir şey bir çatıdan etrafa bakmaktan öteye geçmiyor. Özgürlük bile. O günden sonra onu çok aradım, tekrar konuşmak için değil.. Görmek için, tekrar ellerini tutmak için. Sonra gidecektim. Ama bulamadım ve bugünlerde bulamadığım için seviniyorum. Bulsaydım bunları yazmıyor olacaktım. Yoldan geri döndüğümde tüm çocuklar uyanıktı, kız gitmişti. Herkesin uyuduğu zamanda ben mahallede hayalet gibi dolaşmaya devam ediyordum. Bu formu benden uzaklaştıran kız da gitmişti. Adımlarımı saymayı severdim, gece bunu bile düşünemiyordum. Ama Cemil’in uyuduğu apartmanın arkasından gelen çalı seslerini duyup 2 adım geriye çekilmeyi başarmıştım. Fark ettiğimi görüp yanıma gelmişti. Para istedi, verdim.
“Kız gelmeyecek mi bir daha?”
“Leyla’lar gitmek için var Cemil. Mezarlıklar dolmak için, Leyla’lar gitmek için. Al bu parayı, sigara alırsan bozuşuruz ona göre.”
Sigara alacağını biliyordum. Onlardan biri değildim ama onları anlayan tek kişiydim. Babam yıllardır bu mahalledeki çocuklara çikolata hediye eder. Daha doğrusu satar. Parası olana yani. O gece babam aradı. “Dön artık. Annen merak ediyor bak…” dedi. Babamın beni annem kadar merak ettiğini dile getirmemesi beni üzerdi hep, o gün üzmedi. Leyla’dan öğrendiğim en büyük şey buydu belki de. Artık üzülmüyordum. Telefonu kapatıp Cemil’e veda ettim. Kızı şimdiden özlediğimi fark etmiş olmalı ki, her zamanki gibi kolumdan tutup geriye çekmedi. Ve bu sadece o gece değil, her gün devam etti. İnatçılığından kurtulmuştu. O da bir şeyler öğrenmişti. Leyla herkese bir şeyler öğretmişti anlaşılan. Alacağın olsun Leyla…
– İsmail YUSİBOV