Dışarıda yağan yoğun yağmur yüzünden her yeri sırılsıklam olmuş, saatlerdir hayalini kurduğu sıcak odasına nihayet varabilmişti. Yağmuru, gökyüzündeki yıldızların güzelliğini perdelediği için pek sevmese de kendi kendine yazdığı yazılarda yağmurdan bahsetmekten çekinmiyordu. Odasına adım attığı ilk an, karanlıkta oturan kâküllüyü gördü. Sırılsıklam olmuş kıyafetlerini değiştirmesi gerekse de kâküllüyü rahatsız etmemek için ışığı bile açmadı. Bütün gün odanın aynı yerinde öylece oturduğunu bilse de kâküllünün kendinden çok daha bitkin bir hali vardı. Sessizce oturdu ve elektrikli sobanın karşısında kendini ısıtabilmek umuduyla ellerini ovuşturmaya başladı. Tok yağmur sesi ve sobanın kızıl ışığı ardında bir sigara yaktı. Astım hastası olmasına rağmen sigaradan vazgeçemiyordu. Sigarayı, dumanının havaya karışırken izlediği düzensiz ama hipnotize edici güzelliği yüzünden çok seviyordu. Sigara dumanını izlemeye dalmışken neredeyse kâküllüyü unutuyordu ki yavaşça kâküllüye dönerek konuşmaya başladı:
“Biliyor musun, bazı geometrik şekiller vardır; ne kadar küçültmeye çalışırsan çalış, şeklinden bir şey kaybetmez, yok olmaz; hem de sonsuza dek… İstersen tersini yapıp aynı şekli büyütmeye çalış, alacağın sonuç aynıdır; Fraktallar, bir kere var oldular mı, artık ölümsüz ve sonsuzlardır.”
“Kâkülün…” dedi ardından sönük bir ses tonuyla,
“Artık benim için bir büyülü bir fraktal gibi. Öylesine ölü ve cansız ki aynı zamanda ölümsüz ve sonsuz.”
“Bana yıldız patlamaları sonrası gökyüzünde yer edinmiş şu ışıltılı bulutsuları hatırlatıyor.”
“Belki de rengarenk kutup ışıklarına daha çok benziyor ama ben bulutsuları daha çok seviyorum.”
Kâküllü, iltifatların devamını istercesine, büyülü bir sessizlikle donukluğunu sürdürdü. Uzun bir süre sonra adam sessizliği delip geçercesine yeniden konuştu:
“Rastgele gibi görünen şu fraktallı deniz dalgalarını da hatırlatıyor.”
Kâküllü dinleseydi bahsettiği benzetmenin Hokusai’nin Kanagawa Oki Nami Ura’sı olduğunu hemen bilirdi. Başarılı bir ressam olmasının yanı sıra kâkülü de tek başına bir sanat eseriydi nitekim. Ancak en başından beri pek dinler bir hali yoktu. Yine de adam, söylediklerinin sadece kendi kulaklarında yankılanacağını bilerek konuşmasına devam etti:
“Saçlarına her baktığımda evrenin köşelerine gizlenmiş geometrik şekillerin bir sanat eseriyle kavuşumunu görüyorum.”
Adam, kâküllüye olan güzellemelerinde sıkça evrendeki galaksilere, matematiğe veya bilimsel terimlere yer veriyordu. Çünkü bilimi seviyordu, ancak bilimin sanatla kavuşumlarını daha da çok seviyordu. Ne de olsa bir kâkül, düzensizlikten daima bir düzen ve estetiğin oluştuğunu söyleyen kaos teorisinin insan vücudunda yer edinmiş haliydi. Ne de olsa bir kâkül, kâküllünün alnına şiirsel bir estetikle düşüşünü, aynı zamanda evrendeki bütün diğer güzelliklerin var olmasını sağlayan yerçekimine borçluydu.
“Kâkülün…” dedi bir süre daha sonra yeniden, melankoli dolu kalbiyle:
“Matematikle sanatın saçlarında nihayet bulmuş hali.”
Kâküllü iltifatlara cevap vermedi. Sevdiği adamın kendisine değil, yalnızca kâkülüne âşık olduğunu düşünüyordu belki de. Ancak belli ki kâküllü onu dinlemiyor, duymuyordu bile. Uzun bir süredir yaptığı gibi yine kâküllüden bütün bunlara bir yanıt vermesini bekledi. Ancak yanıt, karanlıkta öylece duran büyülü bir kâkülden fazlası değildi.
Kâküllünün sesini o kadar uzun bir süredir duymuyordu ki bir an için kâküllünün tatlı ses tonuna duyduğu özlemin, kâkül özleminin önüne geçeceğini düşünerek dehşete kapıldı.
Kâküllü, kâkülünün varlığına rağmen öylesine şiirsel terk etmişti ki onu, bu tepkisizlik ve ölülükte hatayı kendinde aramaya başlamış, bazı hatalarını görecek bolca da vakti olmuştu.
Kâküllünün, yalnızca alnına dökülen bir tutam saç telinden ibaret olmadığını, uğruna onuru ve gururundan vazgeçtiğinde anlamış olsa da her şey için artık çok geç olduğunun farkındaydı. Derken, söndürdüğü sigara sonrası her gece olduğu üzere kâküllü bir kez daha karanlıkta silikçe gözden kaybolurken, astımı nedeniyle daralan nefesiyle kâküllüye olan aşkını, kendi kendine tekrar haykırdı.
İstisnasız her gece olduğu gibi, bütün denklem farklı sözcüklerle ve kâküllünün duymadığı güzellemelerle yine çözülmüş ve kâküllü bir sonraki gece tekrar uğramak üzere, yani sonsuza dek gözden kaybolmuştu.
– Kemal Cihat Toprakçı