En sonunda kaçtım işte, sana iyi daralmalar.
Bugün o kadar sükûnet doluydum ki, sana belki bir Metin Eloğlu şiiri okurdum, kaçırdın.
Sağ çıkmanın imkânsız olduğu yaşam denen savaşta minik bir zaferin olacaktı belki.
Dudaklarımın kenarındaki anlamsız öfke gitmezdi de, saflığın ve iyiliğin beni de tedavi ederdi. Öyle ya, sana dokunamamakla lanetlendim, tıpkı lanetlendiğimiz gibi… Eski Yunanlıların gerçeği barındırdığını söylediği şarapta bile hakikati bulamayarak, görsek de şişelerin diplerini, lanetlendik…
Bunun adı geri çekilmedir, beyaz bayrak çekmedir. Şu sıra Uranüs’le Ay da geri çekiliyor zaten. Birbirlerinden birkaç bin kilometre uzaklaşıyorlar, ama kirpiğin yanağına değince, işte o zaman gezegenleri birbirine çarpıştıracak güç doğuyor bende.
Emekli bir general gibi, ya da emekli bir seri katil… Yoksa bir cellat mı demeliyim? Yalnız yatağımda önümüzdeki bin yıl sana dokunma ihtimali olanları infaz etmek üzere savaş baltamı biliyorum.
Bir gün sana baharlarla geleceğim bavulumda, sana yaşanmamış tüm baharları getireceğim, artık ayaz olmayacak Ankara’da bile.
Bir gün sana gerçek hikâyemi anlatacağım. Öyle ki, 400 yıl sürecek, sigaramın külü halıya dökülesiye dek. Eski Yunan’ın henüz eskimediği zamanları anlatacağım, orta batıda İrlanda kökenli bir ihtiyar keyfi sağa sola ateş ediyor olacak. Post kolonyal dönemi mimarili okulunda, ana dilinde şiirler yankılanacak.
İşte seni öylesine üzmeyeceğim ki, üzesim geldiğinde üzebileyim diye bir muhabbet kuşu satın alacağım, üzerine basacağım tüm plansız programsız laflarımın.
Her kapı çalışı, her telefon ötüşü, gmail, yahoo, yandex…
Her biri birer notaymış meğerse öyle varsayacaksın.
Daralsan da arada, çevirince gönlünü o kimseye açmadığın dipsiz kuyuya,
Sesimin yankısını orada bulacaksın.
– Enver ELLİALTIOĞLU