Yollar, yıllar, giden zamanlar… Üç, beş yanıp sönmüş aşklar. Ne çabuk geçti değil mi sevgili insan? Geçmez dedin, yanarım dedin ne de çabuk ezdin geçtin şu kaypak zamanı. Zaman neydi sevgili insan? Kimi anlarda ne olduğunu anlamadan, su misali derler ya o denli akıp giden, kimi anlarda da kazık çakmışsın gibi kalıp hayatın anlamını oluşturan bir parça değil mi? Ya da boş ver be bu anların uzunluğunu kısalığını! Çünkü öyle garip bir şeydi ki şu anlattığım olay… Mesela hayat kısadır ama yine de uzundur. Bırak şimdi tüm anlattıklarımı, hayatın süresi yoktur. Zaman sadece akrep ve yelkovanın işine yarardı. Bize ne zamandan öyle değil mi sevgili insan? Sen, iyisi mi, kapım açıkken gir içeri. Hem kahvem de var belki yanında çikolata seversin, lokum da olur? Başka şey de ikram edebilirim. Kapıyı tıklatmana bile gerek yok. Dünyanın sonsuzluğu kadar açık. Bir de şarkı açarız sevgili insan? Güzel olmaz mı? Bırak şimdi geçmişi konuşmayı, penceremin önünden bir kelebek geçer ben de sana bir hikaye anlatırım. Böyle pek bi romantikli. Şem vü Pervane derim. Bilirsin belki ama bir de benden dinlemelisin. Bilgenin biri bana bir sürü hikâye anlatmıştı. Bir de güzel anıları vardı ki sorma gitsin. Onlardan bile bahsedebilirim. Haydi, durma gir içeri. Kırk yıllık hatır biriktirelim. Yaşayacak kırk yılımız olmasa da…
Ahsen Tuğçe Saçtı