Bazen usul usul, çokça doludizgin, göğüs kafesine sığamamacasına çarpan…

Çarptıkça, hayalleri ve sevinci beraberinde götüren en kurak coğrafyaya…  Karahindiba çiçeğinin dağılan tohumları gibi giden yürekten ve bedenden; gitse de gittiği yerde yeni umutların başlangıcı olan, gittiği yeri yeşerten çiçekler açtıran…

Siyah beyaz bir film karesi gibi aşkı gönülde ta yürekte hissettiren…

Göğüs kafesine sığamayacak kadar hızla çarparken yüreğin, bir tohum misali yararak toprağı kendine yeni bir yol bulan, güneşe dönen yüzünü, yaşamdan aldığı hazla büyüyen bir günebakan gibi.

Aşk ansızın, dörtnala gelir, saklandığın kuytudan çıkarır. Cesaretle ve umutla tüm evrene karşı koyma gücünü verir.

Bir Sadri alışık filmi oluverir her şey.  Kırmızı gülün alı var diye name yakan Gönlübol Arif’in karşısına çıkıveren Fatoş. Arif’in bol gönlünde sürgün olarak bitiveren haysiyetsiz nane…

O delidolu, ele avuca sığmaz adamı uslandıran, dinginleştiren o kuvvetli güç.

Sonra birdenbire Müjgan’ına deliler gibi aşık, tüm hayallerini Müjgan ile yaşayacağı sıcacık bir evin özlemiyle kuran Hüsnü oluverir aşk.

Öyle bir sever ki Müjgân’ı Hüsnü, dünyasını şaşırır. Temiz bir yürekte yeşeren tertemiz bir aşk oluverir.

Sevgili için tutulan Anadolu yası, sıcak bir gülümseme, kalbe düşen bir kıvılcım her şeyin bittiği anda aniden beliren mucize. Bir yürek çarpması olur aşk.

Ve aşk… Yüzyıllar öncesinden Fuzuli bir aşkla

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip

Kılma derman kim helakım zehri dermanındadır, dedirtendir…

 

Funda ÇİÇEK

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: