Gözlerine bakar ağlar
Bu son şarkı
Son umut
Gitme hep burada kal
Bizimle kal bu kıyıda[1]
Otobüs, terli sırtları, ekşimiş mideleri ve şişmiş ayaklarıyla gövdelerinin ardına gizlenmiş birbirinden farklı çok sayıda dünya taşıyan insanı uzak diyarlara götürmek üzere usulca geri geri çıktı perondan. Terminalleri sevmiyorum. Eskiden de sevmez miydim? Şu an anımsamıyorum. Arada kavuşanlar olsa da sanki ayrılıklar daha çokmuş gibi geliyor. Histerik bir tarafı var ağzında sigarasıyla bavul yerleştiren muavinleri izlemenin. Türlü çeşit yolcunun tuhaf bir sıcaklık bıraktığı koltuğa gömülüp yollar aşmak, geride bir şeyler bırakmak, ne düşüneceğini düşünmek, düşünememek, akıp giden ışıklara dalmak, uyuklamak, uyuşmak, kusan bir çocuğun yarattığı kokulara dayanmak, plastik bardaklardan su içmek, bazen mesanem şişer korkusuyla içememek derken tonla rezilliği var bu işin. Yorgun başımı nemli otobüs camına dayayıp bin bir çeşit şey düşündüm. Belimi ileri ittirip göğsümü şişirdim ama çok geçmeden omurlarım plastik bir boru gibi eski yorgun şeklini aldı. İşte orada duruyordu. Saçları, sisli gözleri ve dudağının kenarına yerleştirdiği o hüzün artığı gülümsemesi de oradaydı. Kafkas genlerinin bir ödülü olduğunu belli eden dimdik duruşundan zarafet akıyordu. Omuzları yorgundu, belli, ama sımsıkı sarıldığı kabanı -ben bu yükü taşırım- diye haykıran bir gövdeyi sarıyordu. Çizmeleri ne çok ıslanmış meğer, eteğine biraz çamur sıçramış. Olsun! Ruhu tertemiz. Öyle dimdik duruyor işte! Elimi kaldırsam, sallasam, otobüs üzerimden geçecek. Bir lahza bakıyorum. İşte tüm benliğiyle orada. Elleri üşümüş olsa gerek. Akça pakça yüzü, elmacık kemikleri… Ojeli tırnakları da orada. Hayretler içindeyim! Nasıl orada olabilir bir insan? Tüm zerreleriyle, etiyle kemiğiyle nasıl olur, hakikaten? Hasılı, elim kalkmıyor, tüm uzuvlarına ip bağlanmış bir pinokyo gibi sarsak bir et yığını olarak oturuyorum koltukta. Bir Geppetto olsa, kaldırsa iplerimden belki daha kolay olacak ayrılık. Otobüs ağırdan harekete geçiyor. Bir sürü insan el sallıyor. Kimileri bağırıp duruyor. Asker uğurluyorlar sanırım. Bunda sevinecek ne var anlamıyorum! Belki ölecek çocuk! Ya bir sevdiği varsa? Görüş açımdan çıktı çıkacak kalabalık. Şu adam da neyin nesi? Tam önünde duruyor, kocaman elleriyle birini uğurluyor. İlginçtir, yüzünde kocaman bir gülümseme var. İnsan ayrılırken neden güler bu kadar? Ah, işte bitti. Artık görmek mümkün değil. Şimdi olduğu yere yığılmış mıdır? Ya taşıyamazsa bacakları yüreğindeki yükü? Yok! Şimdi gözünden birkaç damla yaş düşecek, burnunu çeke çeke arkasını dönüp yürüyecek. Karanlığa karışıp evin yolunu tutarken gördüğü yüzlerde, yanından geçip giden insanlarda sesimi, tenimi ve sarılmaz yaralarımı arayacak. Ben ne yapıyorum ki? Yanımda kalçası bacaklarıma değen yaşlıca bir adam var. Dönüp selam versem tutacak kıtlık yıllarından, ne kadar dini yasaklayan, ekmeği karneye bağlayan adam hikayesi varsa onları anlatacak. Belki tarım reformundan, hayvancılıktan falan da bahseder ama tüm bunları göze alamam. Kafam hala ıslak camda. Alnımda hoşuma giden bir serinlik var bu yüzden. Ne ki kalbim üşüyor, sırtımda yılanlar dolaşırcasına bir ürperti var. Kafamı kaplumbağa gibi içeri çekip yüzümü sol yanıma yanaştırıyorum. Gözlerim kapandı kapanacak. Beynim bulanıyor, başım dönüyor. Kazağımda bir orkide kokusu. İşte upuzun saçlarıyla başı göğsümde sanki, kolları belime dolanmış, sıkı sıkı sarılıyor. Nefesim yakıyor genzimi. Nasıl olur? Kokusuyla beraber işte yanı başımda! Ya geçerse kokusu? Ya dinerse tüm yaşanmışlıklar? Ellerim geldi aklıma. En son onun ellerine değmişti. Parmaklarım çekiçle ezilmiş gibi sızlamış, avucumun içinde bir orman erimişti. Yıkayıp, sabun köpükleriyle bir lavabo borusuna akıtacaktım oysa tüm hatıraları. İğrendim insanlığımdan. Kokladım ellerimi. Saçları aktı parmaklarımın arasından. Bir daha ve bir kere daha… Ellerimde kalan o hisle yüzümü mesh ettim. Sakallarım uzamış. Yarın devlet dairesinde iş başı yapacağım. Uçlarına en son elleri dokunmuştu. Koklayarak öpmüştü yanaklarımdan. Sanırım beni en son annem öyle öpmüştü. Belki de öpmemiştir. Hatırlamıyorum. Acaba yanaklarıma kirpikleri de değmiş miydi? Kim bilebilir ki? Orda bir kenarda kalmış mıdır gülümsemesi? Bir ayna olsa ne güzel olurdu şimdi. Ah! Keşke bir ayna olsa. Yüzümde yüzünü göreceğim, ellerini, kokusunu, ağzını, sesini göreceğim bir ayna. Yüzüm yerinde miydi acaba?
[1] Afşar Timuçin- Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü
Süleyman DEMİR